top of page

“Filistin halkıyla en tutarlı ve devrimci ilişkiyi kuranlar Türkiyeli devrimcilerdi”

Emre Can Dağlıoğlu

Güncelleme tarihi: 28 Ağu 2023

Türkiye solunun içe kapanık ve dünyaya kapalı olduğu eleştirisi, bu hareketlere karşı en sık dile getirilen eleştirilerden biriyken, bu hareketlerin Filistin mücadelesine verdikleri büyük aktif destek bu eleştiriye karşı verilecek en net cevap olarak hafızalarda yerini alıyor. Oktay Duman, hafızadaki bu büyük izleri Devrimcilerin Filistin Günlüğü isimli iki ciltlik çalışmasıyla kayda geçirdi. Duman’la bu işbirliğinin nasıl ortaya çıktığını, şekillendiğini ve geliştiğini ve Filistin mücadelesine hangi devrimcilerin katıldığını konuştuk.

Röportaj: Emre Can Dağlıoğlu

Genel bir soruyla başlayalım. Türkiyeli solcuların Filistin mücadelesine 60’ların sonundan başlayarak 90’lara kadar uzanan aktif katılımı söz konusu. Kitaplarınızdan öğreniyoruz ki, Filistin kamplarına yaklaşık olarak üç bin kişi gitmiş Türkiye’den. Türkiyeli solcuları Filistin mücadelesine çeken neydi? Neden bu yoğunlukta bir katılım gerçekleşti?

1960’lı yıllarda dünyada gelişen siyasal duruma bakmak gerekir. O yıllarda dünya genelinde emperyalizme karşı ulusal kurtuluş hareketleri gelişiyor, sömürgeciliğe karşı Latin Amerika’dan, Yakın Doğu ve Uzakdoğu’ya kadar birçok yerde sömürge karşıtı hareketler birbirini izliyordu. Bu sosyal mücadeleler 1968’e gelindiğinde, dünyada başta öğrenci gençlik olmak üzere toplumun her kesimini, farklı toplumsal ve sınıfsal dinamikleri etkisi altına aldı. Emperyalizme ve kapitalizme karşı özgürlük ve eşitlik mücadelesi bizim ülkemizde de kendine özgü bir dizi toplumsal dinamiğin etkisiyle hızla politik bir alan buldu kendisine. Buna bağlı olarak dünyadaki ulusal kurtuluş savaşları yakından izleniyor, konuyla ilgili çıkan yayınlar elden ele hızla dolaşıma sokuluyordu. O günlerde Türkiye İşçi Partisi (TİP) içinde başlayan muhalefet arka arkaya kopuşlarla sonuçlanıyordu. Devrimci gençliğin lider kadroları, TİP’in parlamenter sosyalizm mücadelesine karşı silahlı bir mücadeleyle devrim yaparak sosyalizmin kurulabileceğine inanan bir çizgide buluşuyordu. Devletin arka arkaya gençlik önderlerine dönük katliamları, faşistlerin saldırıları, legal alanın her geçen gün daralması, gençlik içindeki radikalizm eğilimlerini körüklüyordu. DEV-GENÇ içinde yaşanan ayrışma ve silahlı mücadele tartışmaları, kısa zaman sonra onları silahlı mücadele eğitimini en yakın nerede, nasıl alabileceklerine yönelik arayışları da başlattı. Vietnam ve Küba gibi Latin Amerika’da kimi ülkelerde verilen şehir gerillası eylemlerini yakından izliyor, şehir ve kır gerilla hareketlerinden derinden etkileniyorlardı. Hepsi de sınır ötesi yerlerde olan bu ülkelere gitmek oldukça zor, hatta o günün koşullarında neredeyse imkansızdı. Bunun üzerine gözler sınırlarının hemen dibine, mazlum Filistin halkının Siyonizme karşı başlattıkları direnişe çevrildi.

Bu direnişe destek eylemleri ilk olarak Türkiye’de mi başladı?

O günlerde Türkiye’de İstanbul, Ankara gibi şehirlerin farklı üniversitelerinde özellikle tıp ve mühendislik bölümlerinde okuyan Filistinli ve yine İranlı kimi öğrencilerden bilgi alma olanakları vardı. Bu öğrencilerin bir kısmı daha sonra hem onlara sınır geçişlerinde eşlik edecek hem de Filistinli örgütlerin temsilcileriyle yapılan görüşmelerde tercümanlıklarını yapacaktı. Siyasi ve ideolojik tartışmalarla gençlik hareketinin de kendi içinde ayrışıp farklı örgütlerin etrafında yer almalarına yol açacak bir sürecin ön koşulları oluşuyordu. Bu arada Filistin halkıyla dayanışma amacıyla yaptıkları eylemler, gösteriler basın açıklamaları, arada bir kamuoyunun gündemine giriyordu. Silahlı Filistinli eylemci grupların tek tek İsrail Siyonizmine karşı yaptıkları bazı askeri eylemler basına yansıyor, devrimci hareketin dikkatini çekiyordu.

Türkiyeli devrimciler, Filistin mücadelesine destek vermek için 23 Eylül 1970'te Ürdün Büyükelçiliği'ni basmışlardı.

Filistin’deki hareketlenmeden ciddi bir şekilde etkileniyorlar diyebiliriz.

Türkiye’de oluşan bu devrimci hava, o günlerde birbirinden habersiz çok sayıda devrimci birey ve grubun askeri eğitim almak için gözlerini Suriye, Lübnan ve Ürdün topraklarındaki Filistin kamplarına çevirmesine neden olmuştu. Bu gelişmelerin bir parçası olarak Filistin kamplarına gidecek olan devrimci gençlik, askeri eğitim alıp ülkeye dönmek ve edindikleri tecrübeyi burada başlatacakları silahlı halk savaşı için değerlendirmek, bu arada mazlum Filistin halkıyla enternasyonal dayanışmanın gereği olarak Siyonizme karşı omuz omuza savaşmak istiyordu. O günlerde her devrimcinin duvarlarını süsleyen Leyla Halid’in basına yansıyan kefiyeli fotoğrafıyla dünyada ses getiren eylemlerinden derinden etkileniyordu. Henüz ne Ortadoğu denen coğrafyadan ne Filistin halkının sosyolojik yapısından ne tarihi arka planından ne de Filistin denilen toprakların çoktandır işgal edildiğinden ve Filistin halkının sürüldükleri Suriye, Lübnan ve Ürdün topraklarında yer alan mülteci kamplarında yaşadıklarından haberleri vardı. Askeri kamplar ağırlıklı olarak Şeria Nehri’nin kıyılarında, Suriye, Lübnan ve Ürdün’ün iç kesimlerinde yer alıyordu. İlk gözlemlerinin yol açtığı kimi şaşkınlıkları zamanla aşıp Filistin gerçeği ve mücadelesi hakkında zamanla daha gerçekçi değerlendirmeler yapacaklardı.

Peki, ’68 kuşağından sonra gidenler?

Kitaplarımda vurguladığım gibi Filistin kamplarında 60’lı yılların sonlarında başlayıp 90’lı yıllara kadar tahminen 3 bin kadar kişi eğitim aldı. ‘68 kuşağı açısından bakıldığında amaç; bir an önce askeri eğitim alıp ülkede yakında gelişip güçleneceğini öngördüğü bir halk savaşının temellerini atmak iken, 12 Eylül’de gidenler için esas motivasyon, darbenin yol açtığı faşist terör dalgasından kurtulup bir cephe gerisi olarak soluklanacakları, güvenli bir alana kendilerini atma isteğiydi. Bu ana eğilimin dışında orada güçlerini toparlayıp, eğitim alıp bu geri çekilmeyi ileride cuntaya karşı başlatacakları bir gerilla mücadele hedefiyle birleştiren kimi örgütlü ya da örgütsüz adımların atıldığını da söylemek gerekir. Aynı şekilde, 1979 yılından itibaren PKK’nin güçlerini Ortadoğu’ya çekerek ilk silahlı eğitimlerini Filistin kamplarında aldığını unutmamak gerekir. Gerek ‘68 gerekse ‘78 kuşağı açısından bireysel katılımlar, gidişler olduğu gibi, örgütlü gidişlerin de olduğunu unutmamak gerekir. Toplamda kaç kişinin Filistinli örgütlerle bağ kurduğunun bilimsel kesinlikte bir izahı zor olmakla birlikte, bu ancak Filistin devlet arşivine ya da Filistinli örgütlerin arşivlerine girerek açığa çıkarılabilir. Fakat bugüne kadar bildiğim kadarıyla ben de dahil, bu arşivlere girme olanağına sahip bir araştırmacı çıkmadı.   

Deniz Gezmiş Lübnan'daki Filistin kamplarında

Filistin mücadelesine katılım için Türkiyelilere yol gösterenler coğrafyayı daha iyi tanıyan, sınır bölgesindeki şehirlerde büyümüş ve Arapça bilen gençler. İlk katılım nasıl sağlandı?

Filistin kamplarına ilk giden kişi ya da grubun kim ya da kimler olduğu sorusuna yanıt vermeden önce öncelikle bir gerçeğin altını çizelim. Bugüne kadar Filistin’e ya da Filistin kamplarına ilk giden Türkiyeli devrimcinin kim olduğu henüz kesin ölçüler içinde saptanabilmiş değil. Filistin Kurtuluş Örgütü’nün (FKÖ) arşivlerine girmeden bu saptamayı tam olarak yapamayacağız. Fakat eldeki güncel bilgilerden hareket ederek söylemek gerekirse, Filistin hareketiyle en uzun soluklu, derin ve katmanlı ilişkiyi kuran 1968 yılının Mart ayında 6 kişilik bir grupla gitmiş olan Semih Dinç’tir. Devrimci yazınımızda ilk giden ve birçok devrimcinin kamplara götürülmesinde aracı kişi olarak adı geçen Abdülkadir Yaşargün ise, Mustafa Çelik’le birlikte 1968 yılının 1 Ekim günü Suriye’ye geçer. Oysa Semih Dinç ve arkadaşları, onlardan altı ay önce, yani 1968 yılının Mart ayında, Mersin ve çevresinden katılan 6 kişilik bir arkadaş grubuyla ilk olarak Halep’e geçerler, orada ilk resmi görüşmeyi yaparlar. Ardından farklı zamanlarda askeri eğitim almaları için sivil ve askeri okul öğrencilerinden oluşan ve sayısı zamanla 18 kişilik bir gruba kadar artan bir devrimci çevreye dönüşürler. Bu gerçek, bugüne kadar hep görmezden gelinmiştir. Yeri gelmişken bu önemli tarihi detayı burada vurgulamak isterim.

Peki, Antakya ve çevresinden katılım nasıldı?

Antakya çevresinden 12 Eylül döneminde çok sayıda devrimcinin Ortadoğu’ya gittiği Filistinli kamplarında bulunduğu biliniyor. Özellikle ACİL hareketi gibi bölgede bilinen hareketler çevresinden cuntaya karşı askeri ve siyasi eğitim için çekilen, aranır duruma düşen, can güvenliği için sınırdan geçen, sınırları iyi bildiği için defalarca yoldaşlarını ülkeye sokup tekrar sınır ötesine geçen onlarca devrimci bulunuyor. Dil ve kültür yakınlığı, sosyolojik dokuyu biliyor olmaları, bir kısmının Suriye’de, üst düzeyde bürokraside yer alan akrabalık bağlarına sahip olması gibi kolaylaştırıcı faktörlerin olduğunu da unutmamak gerekir. Toparlamak gerekirse yukarıda saydığım faktörler, Antakya bölgesindeki devrimcilerin Suriye üzerinden Filistinli örgütlerle bağ kurmasını hızlandırmış ve kolaylaştırmıştır.

Filistin mücadelesi içinde Türkiye’de Samandağ Grubu olarak bilinen bir grup da var. Neden bu isimle anılıyorlar?

Samandağ Grubu olarak bilinen ya da adlandırılan grup İkinci Kuvva-i Milliye Örgütü taraftarlarıdır. Kuruluş ve seyirlerini Devrimcilerin Filistin Günlüğü 1, 1968-1975 kitabımda etraflıca anlattığım ve “doğmadan ölen bir gerilla deneyimi” olarak tanımladığım gruptur. Ağırlıklı olarak Antep ve Islahiyeli devrimcilerden oluşmaktadır. Liderleri Celal Özcan ve Abdulkadir Yaşargün’dür. 12 kişilik silahlı bir grup olarak Suriye’ye tekneyle Samandağ sırtlarından çıkıp Amanoslar’ı izleyerek gerilla mücadelesini başlatma hedefiyle hareket ederler. Gruptan haberdar olan 6. Kolordu Komutanlığı, 1972 yılının Haziran ayı içinde binlerce jandarmanın katıldığı bir operasyonla bölgeyi kuşatır. Grup bu hazırlıklardan habersiz on beş gün içinde açlık tehlikesiyle karşılaşınca ikişer kişilik gruplarla köye indiklerinde köylüler tarafından yakalanıp jandarmaya teslim edilirler. İlerleyen yıllarda bazı çevreler Samandağ bölgesinde yakalandıkları için grubu Samandağ Grubu olarak tanımlamıştır.

Çeşitli anlatılardan biliyoruz ki, Filistin mücadelesine Türkiye’den katılanlar arasında yer alan Süleyman Sadık Öge Türkiyeli bir Yahudi. Bu mücadeleye Türkiye’den katılan başka gayrimüslimler de var mı?

Türkiye’den Filistin mücadelesine destek olan, mücadelenin bizzat içinde yer alan, onlarla omuz omuza savaşan çok sayıda devrimcinin içinde MLSPB (Marksist-Leninist Silahlı Propaganda Birliği) liderlerinden Süleyman Sadık Öge gibi Yahudi kökenli devrimciler olduğu gibi, TKP/B’nin (Türkiye Komünist Partisi/Birlik) bir dönem liderliğini yapmış olan Süryani Hıristiyan kökenli İbrahim Seven gibi devrimciler de yer almıştır. Sizin de vurguladığınız gibi Süleyman Sadık Öge, Yahudi olmasına rağmen bir sosyalist olarak yaşadığı süre boyunca; ilk defa askeri eğitim almak için Filistin kamplarına gittiği 70’lerin başından Bakırköy’de kimi detayları hala yeterince açığa çıkmayan karanlık bir cinayetle katledildiği 90’lı yıllara kadar, her zaman tutarlı ve kararlı bir anti-Siyonist, bir enternasyonalist devrimci olarak Filistin halkının haklı davasının yanında yer almıştır. Bu isimler en bilinen örnekler olmakla birlikte, spesifik olarak Filistin halkıyla dayanışma için mücadele eden gayrimüslim devrimci ve sosyalistlerin kimler olduğunun daha özel bir çalışmayı gerektirdiğini burada vurgulamak isterim. Ayrıca Filistin halkıyla dayanışma, onlarla omuz omuza mücadele etme noktasında yer alanlar, kendilerini her şeyden önce bir sosyalist ve devrimci olarak gördüklerini dile getirir. Bu yanıyla, en azından ben röportaj yaptığım kişilerin etnik ve inançsal kimlikleri odaklı bir soru sormadığım için, yukarıda andığım çokça bilinen örneklerin dışında bir bilgi maalesef veremeyeceğim.

Son olarak, Türkiye’de Filistin mücadelesinin bayraktarlığı 90’lardan itibaren İslamcı grupların eline geçti diyebiliriz sanırım. Hamas’ın bir güç odağı olarak yükselişiyle birlikte, Türkiye’de bu mücadele İslamcılıkla özdeşleştirilir hale geldi. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Sizin de bildiğiniz gibi Filistin halkıyla en tutarlı ve devrimci ilişkiyi başından beri kuranlar hep Türkiyeli devrimciler oldu. 68 yılından itibaren bu uğurda kanlarını döktüler. Filistin halkının haklı ve meşru mücadelesini bulundukları her alanda savundular. Bu konuda her zaman tutarlı ve doğru bir ideolojik zeminde yer aldılar. Filistin halkının mücadelesini aynı zamanda Siyonizme, onları destekleyen ve Ortadoğu’yu arka bahçeleri haline getirmeye çalışan, halklara kan kusturan emperyalist gericiliğe karşı mücadelenin bir parçası olarak ele aldılar. O yıllarda İslami cenahta Filistin sorununa sempati duyan ya da bu uğurda gidip savaşan insan sayısı bir elin parmaklarını geçmez. Siyasal İslam’ın Filistin sorununa ilgisi esas olarak 12 Eylül sonrası, dünya çapında sosyalizmin güç ve mevzi kaybettiği döneme denk düşer. Bunda Filistin hareketi içerisinde içten içe mevzi kazanmaya çalışan İslamcı grupların, başta Müslüman Kardeşler olmak üzere 1982 Beyrut Kuşatması sonrası Filistin hareketine dayatılan Amerikan tipi barış ve Arafat’ın başını çektiği Oslo Görüşmeleri’nde dayatılan uzlaşmacı eğilimlere karşı tabanda yükselen radikal eğilimlerin karşılığını bu İslami gruplarda bulmasının büyük etkisi olmuştur. Filistin hareketine İslami ton egemen olmaya başladıkça Türkiye’deki siyasal İslam’ın Filistin hareketine olan ilgisi artmış; daha organik ve siyasi ilişkiler kurmaya çalışarak bunu Türkiye’de yürüttükleri mücadelenin adeta bir unsuru haline getirmişlerdir. Aynı dönemde\ 12 Eylül Darbesi’nin hışmından kendisini korumaya çalışan devrimci hareketin gerek Türkiye’de gerekse dünyanın farklı ülkelerinde Filistin sorununu güncel olarak işleme, onunla aktif bağ kurma olanağı olmamıştır. Dünya çapında reel sosyalizmin birbiri ardına çözülmeye başlamasıyla inisiyatif, bu alanda siyasi İslamcıların eline geçmiştir. Burada asıl dikkat edilmesi gereken, bugün Filistin sorununu bayraklaştırmaya ve onunla dayanışmayı sanki sadece kendileri dert edinmiş gibi geçmişin üstüne perde çekme, özellikle sosyalist solun bu konuda başından itibaren izlediği tutarlı ideolojik çizgi ve somut adımları yok sayma çabalarıdır. Bu anlamda da sosyalist solun uyanık olma, geçmişine sahip çıkma, onu genç kuşaklara aktarma ve tarihi güncelleme konusunda dikkatli olması gerektiğinin altını çizmek gerekir. Sadece 40’a yakın devrimcinin o topraklarda Filistin halkıyla dayanışma içindeyken hayatını kaybettiğini, birçoğunun etkisini hala hissettikleri kalıcı hasarlar yaşadıklarını bilmek bile, devrimcilerin Filistin halkı ve onun mücadelesiyle kurduğu ilişkinin karakteri hakkında yeterince bir fikir verebilir diye düşünüyorum.


81 görüntüleme

Bu platformun kendine ait resmi bir görüşü yoktur. Bu oluşum içerisinde yer alan tüm yazılar yazarların şahsi görüşüdür.  Okuduğunuz bu yazının yayın hakları nehna.org’a aittir, ilkelerimiz gereğince sitemizdeki yazıların paylaşılmasında bir sakınca görmüyoruz. Ancak paylaşım yapılırken evrensel basın ilkelerine riayet edilmesi, yazının ilk olarak nehna.org sitesinde yayınlandığına ilişkin ibare bulunması ve yazarın isminin anılması hususlarına dikkat edilmesini önemsiyoruz.

bottom of page