Foto: Jennifer Fey
Mitri Şirin, Almanya’nın en ünlü ekran yüzlerinden biri. Şirin, ülkenin en büyük televizyon kanallarından ZDF’nin milyonlarca insan tarafından izlenen ana haber bültenini sunuyor. Şirin, ayrıca 1960’larda Samandağ’dan Münsterland’a göç etmiş Antakyalı Ortodoks bir ailenin çocuğu. Kendisiyle Samandağ’ı, ailesini ve Almanya’da müzik sunuculuğuyla başlayan televizyon kariyerini konuştuk.
Röportaj: Ferit Yuhanna Tekbaş
Gazeteciliğe olan tutkunu nasıl keşfettin ve televizyona nasıl geçtin?
90’lı yılların başında sivil hizmetimin (askerliğe alternatif hizmet) ardından Berlin’e gittim ve bir radyo istasyonuna (Kiss FM) başvurdum. Her zaman büyük bir müzik hayranıydım. Soul, blues, rap ve house ya da techno gibi o zamanlar yeni addedilen elektronik müziğe bayılıyordum. Kiss FM’de de bu tarz müzikler çalıyorduk. Nispeten hızlı bir şekilde müzik editörlüğüne ve sunuculuğuna yükseldim. O zamanlar gerçek bir patronu olmayan harika bir gruptuk. Birbirimizin sınırsızca yeni şeyler denemesine izin veriyorduk. Bu ortam, gelişimim için de çok iyi oldu. Daha sonra başka radyo istasyonlarında da çalıştım. En son Berlin’e 170 km uzaklıktaki bir radyo istasyonunda işe girdim. Uzun vadede yolculuk benim için çok stresli hale geldiğinden, başka bir şey aramaya başladım. Almanya’nın üçüncü büyük kanal olan rbb, bir haber yayını (rbb aktuell) için sunucu arıyordu. Orada birkaç yıl çalıştım. Aynı zamanda, Köln merkezli televizyon kanalı WDR’de de aynı pozisyonda çalıştım. ZDF beni orada keşfetti ve 2009’da Mainz’de bir sunucu seçimine davet etti. Hikayenin devamını zaten biliyorsunuz.
Yakın zamanda Almanya’nın en önemli kanallarından biri ZDF’nin ana haber spikeri oldun. Bu alanda ne gibi hayallerin var?
Bugünün en önemli haber programının sunucularından biri olduğuma bazen kendim de inanamıyorum. Lise mezunuyum ama üniversite diplomam yok. Aslında, ZDF’de çalışmak istiyorsanız bu kesinlikle gerekli. Ama yeteneğimi fark ettiler ve bana inandılar. 2009’daki göreve başladıktan sonra, nispeten hızlı bir şekilde ZDF sabah programı moderatörlüğüne yükseldim. Bu pozisyon, Almanya televizyonlarındaki en zorlu programlardan biri, çünkü ülkedeki en önemli politikacılara doğru soruları sormak için sabahın köründe tamamen uyanık olmanız gerekiyor. 10 yılı aşkın bir zamandan sonra şimdi en popüler programlardan biri olan, 5 milyondan fazla izleyiciye ulaşan 19:00 HEUTE bülteninde beni bekleyen önemli bir görev var. Sırada ne var? Bilmiyorum, bu herkese sürpriz olsun.
Bize biraz ailenden bahsedebilir misin?
Ailem Samandağlı. Babam Şirin ailesinden, annem ise Atiklerden. Babam 1960’ların sonunda tek başına Almanya’ya gelmiş. Annem ise 1-2 yıl sonra ona katılmış. Çocukken yaz tatillerinde hep altı haftalığına Samandağ’a giderdik. Buna dair en net hatırladığım, Avusturya, Yugoslavya ve Bulgaristan’da geçen dört günlük araba yolculuğu. Ve sonunda Samandağ’a varana kadar Türkiye içinde de 1000 km yol gitmeniz gerekirdi. Çok ıstıraplıydı.
Halen Samandağ’da veya Suriye’de yaşayan akrabaların var mı?
Evet, Samandağ’da hala çok akrabamız var. Ben uzun zamandır Samandağ’a gitmedim. Ama akrabalardan haberleri annemden almaya devam ediyorum, o Samandağ’la sürekli iletişim halinde.
Sen Almanya’da doğdun. İkinci nesil göçmen olarak Samandağ’ı nasıl hatırlıyorsun?
Samandağ’a en son 2005 yılında gittim. Büyükannem Janet o zamanlar hala hayattaydı ve çocuklarımın Ortodoks olarak vaftiz edilmesi en büyük dileğiydi. En büyük iki çocuğum ve dayım Can Atik’in çocukları o dönemde vaftiz edildi. Daha sonra bahçede büyük bir eğlence düzenledik. Köyün yarısı geldi, sabaha kadar uyumadık. Ne yazık ki, sadece çocukluğumdan bazı anılarını hatırlayabiliyorum oraya dair ama hatırladığım şeylerin çoğu, benim için her zaman istediğim her şeyi pişiren büyükannemle ilgili.
Kültürümüzle ve Arapça ve Türkçeyle ilişkin nasıl?
Türkçeyi çok az anlıyorum, Arapçam daha iyi. O zamanlar evde ve tatilde Arapça konuşurduk. Ama bu dilde kendimi geliştirerek çok daha iyi olmalıydım, halen de olabilirim aslında. Tabii ki, kültürümüzde ailenin farklı bir değere sahip olmasını ve arkadaşların hızla ailenin bir parçası haline gelmesini seviyorum. Yemeklerimiz de eşsiz. Bir de kültürümüz bazen melodram ve özlemle dolu çok sosyal bir yaşam tarzına sahip. Sanırım ona hüzün diyorsunuz, işte onu çok beğeniyorum.
Antakyalılar için yemek önemlidir. Senin en sevdiğin yemekler hangileri?
En sevdiğim yemek çiğ köfte ve fasulye. Bir de dünyanın en lezzetli fasulye çorbası. Tabii ki, hepsi annemin ellerinden olmalı.
Ailenin kültürümüze bakışı nasıl?
Eşim Alman ve çocuklarım Almanca konuşarak büyüdüler. Çocuklarıma Arapça öğretecek kadar Arapçam yok. Bu, aynı zamanda annemin Almancayı düzgün bir şekilde öğrenmemizi çok önemli bulmasından da kaynaklanıyor. Ablam doğrusunu yaptı ve Arapça okudu. Şimdi Arapçayı benden çok daha iyi konuşuyor. Ve benim aksime yazabiliyor da. İyi ki başka yeteneklerim var!
Bildiğin gibi Nehna yayın hayatına kısa zaman önce başladı. Bir gazeteci olarak bize neler önerirsin?
Bence doğru yoldasınız. Bugün başarılı olmak isteyen herkes bir alanda uzmanlaşmalı. Dijitalleşme her şeyi atomize etti. Dijital ortamda artık herkes için her şey var. Ve bir bölge ve ilgi alanı üzerine uzmanlaşırsanız, otantik kaldığınız sürece, bu çok işe yarayacaktır, zaten siz de bunu yapıyorsunuz. Nehna ekibi olarak hepiniz oralısınız ve bölgeyi ve insanlarını iyi tanıyorsunuz. Almanya’da olmama rağmen beni bile tanıyorsunuz.
Nehna ve okuyucuları adına bu röportaj için teşekkür eder, iş ve özel hayatında başarılar dileriz.
Aslında, bu söyleşi için ben teşekkür ederim.