Nehna ekibini tanımaya devam ediyoruz. Nehna’nın kurucu ekibinden Emre Can, şu an Stanford Üniversitesi’nde tarih doktorası yapıyor, egemen olmayan toplumların tarihi üzerine kafa yoruyor ve Osmanlı İmparatorluğu son döneminde kapitalizm üzerine çalışıyor. Emre Can bu söyleşide akademik çalışmalarından, Nehna’ya nasıl katıldığından ve bu platformu gelecekte nerelerde gördüğünden bahsediyor. Biz susalım isterseniz, Emre Can konuşsun…
Röportaj: Ferit Yuhanna Tekbaş
Emre Can kardeşim, değerli okuyucularımıza ve halkımıza kendini tanıtabilir misin?
1986’da Ankara’da doğdum, bu şehirde büyüdüm. Yanlış bir tercih yaparak ODTÜ’de İşletme okudum. Henüz üniversiteyi bitirmeden bu işi yapmak istemediğimi anlamıştım, o yüzden mezun olduktan sonra her an tekrar akademik hayata dönmek için çabaladım. Önce İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde Kültürel İncelemeler’de yüksek lisans eğitimi aldım, sonra da İngiltere’de enerji alanında master yaptım. Bu alanda iki yıl çalıştıktan sonra, bu kez tarih alanında çalışmak istediğime karar verdim ve BOTAŞ’taki işimi bırakıp İstanbul’a geldim. Burada iki yıl boyunca Agos gazetesinde ve çeşitli belgesel projelerinde çalıştım. Hedefime 2015 yılında ulaştım ve ABD’ye Clark Üniversitesi’nde doktora eğitimime başladım. 2018’de doktoraya Stanford Üniversitesi’nde devam etme şansını elde edince de bu üniversiteye geçtim. Kısaca bahsetmek gerekirse, şu anda Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde kapitalizm üzerine çalışıyorum. Türkiye ve dünya sol tarihi üzerine kafa yormayı seviyorum ve egemen olmayan toplumların tarihi üzerine elimden geldiğince yazıyorum.
Anne ve baba tarafın aslen Hataylı olmalarına rağmen sen Ankara’da doğup büyümüşsün. Bunun mutlaka bir nedeni ve öyküsü mevcuttur. Bunu bize anlatabilir misin?
Annem Samandağlı, babam Sarılar’dan. Babam jeoloji mühendisi ve mezun olduktan sonra MTA’da işe başlıyor. Devlet memuru yani. Bu işten dolayı da annem ile babam evlendikten sonra 1981’de Ankara’ya taşınmışlar. Ben de bu şehirde doğdum, büyüdüm. Fakat geniş ailenin önemli bir kısmı Antakya’da yaşadığı için, benim orayla bağım hep canlı kaldı. Çocukluğumun tüm yaz aylarını Altınözü ile Samandağ arasında geçirdim. Yine de Ankara gibi artık farklı kimliklerin parmakla gösterilecek kadar az kaldığı bir şehirde Hıristiyan olarak büyümek ve yaşamak biraz farklı bir deneyim oldu.
Tarih üzerinden aldığın eğitim mutlaka halkımıza da büyük bir yarar sağlayacaktır. Nehna platformunda halkımızın tarihi hakkında bir çalışmayı düşünüyor musun?
Aslında modern dönem Antakya tarihi benim tarihçi adayı olarak ilgi alanlarımdan biri. Son döneme kadar tarihyazımındaki İstanbul odaklı bakış açısının hakimiyeti, taşra merkezlerine ve yerele yönelik ilginin önüne geçmiş durumdaydı. Ama bu son dönemlerde ciddi anlamda dönüştü, tarihyazımı yerel aktörleri, farklı unsurları ve çevreyi tarih özneleri olarak hesaba katan bir noktaya erişti. Fakat bu olumlu gelişmelere rağmen, toplumumuzun bu aktörleşmeden yeterli ölçüde nasibini alamadığını düşünüyorum. Antakyalı Ortodoksların iç çelişkileri, çatışmaları, sınıflaşmaları ve siyasi ve sosyal pozisyonlarıyla tarihyazımında özneleştirilmeye ve ete kemiğe büründürülmeye ihtiyacı var. Bu, tarihçiliğin de ihtiyacı. Buna yönelik, ben de Nehna’da ve kendi çalışmalarımda elimden geldiğince çaba harcamaya çalışıyorum.
Senin derlediğin, bilhassa Nehna ekibinin merakla beklediği ve Kasım ayında yayınlanacak olan Arapların 1915’i kitabı hakkında kısaca bilgi verir misin?
Arapların 1915’i, bir şekilde yedi yıldır üzerinde çalıştığım bir derleme. Kısaca, “Araplar”a ve Orta Doğu coğrafyasına Ermeni Soykırımı bağlamında bakan makalelerden oluşuyor. Benim dışımda, Hamit Bozarslan, Yiğit Akın, Nora Arissian, Samuel Dolbee, Anna Aleksanyan, Narine Margaryan, Victoria Abrahamyan, Keith Watenpaugh, Şule Can ve Rashid Khalidi gibi çok değerli akademisyenler bu konuda özgün içeriklere sahip çok kıymetli makaleler yazdılar. Bu proje, Ermeni Soykırımı üzerine var olan kaynakların bakış açısı olarak ötesine geçme fikriyle ortaya çıktı. Meseleyi sadece Türk-Ermeni meselesine indirgeyen literatürü aşarak, soykırımı Orta Doğu coğrafyasının kaderini değiştiren bir süreç olarak görmeyi ve göstermeyi amaçlıyor. 12 Kasım’da İletişim Yayınları’ndan çıkacak, umarım okuru bol olur.
İkincisi, Türkçeye çevirdiğin İmparatorluktan sonra Dünyakurmak adlı yeni çıkan kitap hakkında biraz bahseder misin, içeriği tam olarak nedir?
Bahsettiğin kitap, Adom Getachew’ün 20. yüzyıldaki özellikle Asya ve Afrika’daki sömürgesizleştirme sürecinin tarihine sunduğu şahane bir katkı. Bu sürecin altında yatan kendi kaderini tayin hakkının yüzyıl içerisinde anlamının ve içeriğinin nasıl değiştiğini inceliyor. Bunu yaparken Avrupa merkezli bir bakış açısını değil bu sürecin bizzat aktörü olan siyah entelektüeller ve devlet adamlarının söylemlerini temel alıyor. Kitapta gerçekten bir kez bile Türkiye kelimesi geçmese de Türkiye’nin 30’lardan 70’lere ve hatta bugünlere kadar gelen süreçte, özellikle sol fikriyatın dünyaya ne kadar entegre olduğunu ve aynı kaynaklardan beslendiğini görmek için eşsiz bir kaynak. Bu kitap da Runik Kitap’tan çıktı, aynı şekilde çokça okunmasını temenni ediyorum.
Nehna projesine katılımın nasıl gerçekleşti ve buna destek vermeyi ne motive etti?
Nehna’nın kurucu ekibine en son katılan kişiyim. Anna Maria, beni böyle bir oluşum kurma fikri olduğundan haberdar etti ve toplantılara dahil etti. Antakyalı Ortodoksların bir şekilde “Biz de varız” diyeceği bir platform veya kurum olması fikri beni hep çok heyecanlandırıyordu. Fakat açıkçası, böyle bir inisiyatifin bir araya gelebileceği; gelse bile bu kadar demokratik ve çoğulcu bir yapıda büyüyebileceğine hiç ihtimal vermezdim. Ama ilk toplantıda, senin kararlılığın ve diğer ekibin heyecanı beni bu dayanışmacı ortamda yer almaya ve bu fikre emek vermeye ikna etti. Bunun dışında, ben şimdiye kadar hayatım boyunca yeni tanıştığım insanlara Süryani veya Maruni olmadığımı, anadilimin Arapça olduğunu ama Hıristiyan olduğumu anlatmaya ciddi bir vakit harcadım. İnsanların sohbetin bu kısmına gelince “Evet, Nehna’dan biliyoruz sizin toplumu” diyebileceği gibi bir bilinirliğe ve farkındalığa erişmek için bu ekibe katıldım.
Nehna’da editörlüğü Anna Maria’yla paylaşıyorsunuz. Tabii, bu görev belki platformun en önemli işlerinden biri. Bu görevin yanında, spesifik olarak tarih dışında, başka hangi konular üzerine Nehna platformunda çalışmalar yapmayı planlıyorsun?
Nehna’yla ilgili fikirler bol ve çeşitli. Bizim de bunları kotaracak enerjimiz ve heyecanımız var. Antakyalı Ortodoksların tarihinin yanı sıra inancından kültürüne çok geniş bir alanda bir külliyat oluşturmayı amaçlıyoruz. Bunu yaparken, bir yandan Antakya’nın çokkültürlü yapısından besleneceğiz, bir yandan da dünyanın her yerine yayılmış toplumumuzu tanımaya ve tanıtmaya çalışacağız. Buna yönelik çok ciddi bir ihtiyaç, merak ve istek olduğunu site yayına başlayınca gelen olumlu tepkiler daha çok idrak etmemizi sağladı. Amaçlarımızı yerine getirmek için sıkı çalışıyoruz.
Nehna çatısı altında ekip olarak yeni bir kitap yazma planı var mı?
Belgesel, video içerik üretme ve podcast yayını gibi uzun dönemli planlardan birisi de bu. Bunun mümkün olması için elbette ki belirli bir yazı ve söyleşi külliyatına erişmemiz gerekiyor. Ondan sonrası da kendimizi daha iyi ifade edebilmenin yollarından birinin de yazıları belirli bir iskelete oturtarak kitaba dönüştürmek olduğunu düşünüyoruz. Bu konu gündeme geldiğinde genellikle şunları söylüyorum: “Neden olmasın?”
Bu mülakat için sana diğer arkadaşlar ve okuyucularımız adına teşekkür eder, Nehna’da, eğitiminde ve hayatında başarılar dileriz.
Ben de bu platformu kurma fikrini ve iradesini ortaya koyduğun için sana ve heyecanla ve hevesle bu fikri benimseyen ve hayata geçiren ekip arkadaşlarıma şükranlarımı sunuyorum.
Comentarios