top of page
Emre Can Dağlıoğlu - Mişel Uyar

Çoraklaşan Topraklar: Antakya, İskenderun ve Mersin’de Varlık Vergisi

Güncelleme tarihi: 28 Ağu 2023

Foto: Cumhuriyet Gazetesi Arşivinden

“Biz Türküz, Türkçüyüz ve daima Türkçü kalacağız. Bizim için Türkçülük bir kan meselesi olduğu kadar ve laakal o kadar [bir o kadar] bir vicdan ve kültür meselesidir. (…) Biz ne sarayın, ne sermayenin, ne de sınıfların saltanatını istiyoruz. İstediğimiz sadece Türk milletinin hakimiyetidir.”

Bu cümleleri, dönemin başbakanı Şükrü Saraçoğlu 5 Ağustos 1942’de yaklaşık bir ay önce kurduğu hükümetin programını okurken TBMM kürsüsünde sarf etmişti. Bu konuşmasından yaklaşık iki ay sonra Saraçoğlu hükümeti, Cumhuriyet tarihinin en ırkçı uygulamalarından birine imza atacaktı. 11 Kasım 1942’de, TBMM Genel Kurulu’na getirilen Varlık Vergisi Kanunu oybirliğiyle kabul edilecek ve ertesi gün Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girecekti. Vergi, II. Dünya Savaşı’nın zorlu ekonomik koşullarını bahane ederek “olağanüstü savaş koşullarının yarattığı yüksek kârlılığı vergileme”yi ve “stokçuluğu, karaborsacılığı bitirme”yi amaçlamıştı. Verginin kimden ne kadar tahsil edileceğine ise illerde ve ilçelerde kurulan bağımsız komisyonlar belirleyecekti. Komisyonlar, yerel eşraf ve bürokratlardan oluşacaktı. Kanuna göre, bu komisyonların kararları nihai ve kati olacaktı. Bu kararları takiben 15 gün içinde verginin ödenmesi gerekiyordu. Bu süre içerisinde vergisini ödemeyen mükelleflere gecikme zammı uygulanacak ve eğer bu zamlı vergiyi ödemezler ise bir ayın sonunda malları haczedilerek icra yoluyla satılacaktı. Kanun, bu satıştan sonra dahi borçlu olan mükelleflerin genel hizmetlerde çalıştırılması yoluyla borçlarını bedenen ödemelerini öngörüyordu.

Kanun kağıt üzerinde eşitlikçi görünse de, İstanbul Defterdarı Faik Ökte’nin ilk ve tek baskısını 1951’de yaptığı Varlık Vergisi Faciasıkitabında aktardığına göre, Ankara’dan yollanan gizli damgalı bir yazıda, “savaştan dolayı kazanılan fevkalade kazançları bilhassa ekalliyetlerin [azınlıklar] elde ettiği” ve “bu kazançların tespitinde ekalliyetlerin ayrı bir cetvelde gösterilmesi gerektiği” belirtilmişti. Bunun üzerine Ökte, cetvellerin M ve G olarak ikiye ayrıldığını ve M’nin Müslümanları, G’nin ise gayrimüslimleri temsil ettiğini yazar. Daha sonra cetvellere geçmişte din değiştirmiş olanlar anlamında “dönmeler” için D ve “ecnebiler”i temsilen E harfleri de katılacaktı. Bu şekilde kategorilendirilen cetvellerle çalışan komisyonların koyduğu vergiler, mükelleflerin varlıkları uyarınca değil, kulaktan dolma bilgiler, tahminler, yakın ilişkiler ve komisyondaki isimlerin kişisel çıkarları doğrultusunda belirlenmişti. Ökte’nin aktardığına göre, bu verginin yürürlüğe konduğu günler, Nazi Almanyası’nın “yıldızının ufukta parladığı günler”di ve bu keyfiyete yol açan sebeplerden biri de bundan kaynaklı “ırkçılık”tı.

Dolayısıyla, Ökte ve Varlık Vergisi üzerine çalışmalar yapan Ayhan Aktar’ın belirttiği gibi, Başbakan Saraçoğlu’nun emriyle “gayrimüslimlere diğerlerinden bazen on kat daha fazla Varlık Vergisi borcu çıkarılmıştı”. Rıdvan Akar, gayrimüslimlerin en yoksul kesimlerine de belirli oranda vergi uygulanırken, aynı meslek grubundan Müslümanların vergiden muaf tutulduğunu tespit etmiştir. Nihayetinde, 1944’te kanun yürürlükte kaldırıldığında, Aktar’ın aktardığı tabloya göre, tüm Türkiye’de Varlık Vergisi’nin yükünün yaklaşık yüzde 83’ünü gayrimüslimler, yüzde 7’sini Müslümanlar ve geriye kalan yüzde 10’unu da azınlıkların da içinde bulunduğu “dönmeler ve ecnebiler” çekmiştir.

Bu dönemde gayrimüslimlerin vergi borcunu ödemek için satışa çıkardığı ve onlardan icra yoluyla elde edilen gayrimenkuller, çok büyük oranda Müslüman zenginlere ve devlet kurumlarına hızla satılmıştı. Aynı zamanda, açık artırma yoluyla icra edilen eşyalar da satılmıştı. Vergi borcunu ödeyemediği için, Ocak-Aralık 1943 tarihlerinde Aşkale (Erzurum) ve Sivrihisar’daki (Eskişehir) çalışma kamplarına 1400 gayrimüslim mükellef gönderilmişti. Genellikle gayrimüslimlerle ortaklıkları sebebiyle yüksek vergi borcu çıkarılan ve bu miktarları ödeyemeyen Müslüman mükellefler ise Ökte’nin direnci sayesinde kamplara gönderilmekten kurtulmuştu. Aktar’ın aktardığına göre, gayrimüslim mükellefler Aşkale’de Trabzon-İran transit karayolundaki karları temizlemiş, Erzurum’da şehrin sokaklarını süpürmüş ve Sivrihisar’da yol inşaatında taş kırmışlardı. Bu zorunlu işçilerden tümü İstanbullu olan 21 kişi de bu kamplarda hayatını kaybetmişti. Tüm bunlar gösteriyor ki, bu verginin esas amacı, Türkiye’deki gayrimüslimlerin Osmanlı-Cumhuriyet dönemi politikalarının ardından elinde kalan sermaye ve mallara “çökmek” ve Saraçoğlu’nun kanunun görüşüldüğü bir CHP grup toplantısında belirttiği gibi, “Türk piyasasını Türklerin eline vermek”ti.

Antakya, İskenderun ve Mersin’de Varlık Vergisi

15 Aralık 1942 tarihli Yenigün gazetesi

Bu varlık transferinin yüzde 70’i İstanbul’da gerçekleşmişti. Ayhan Aktar, Rıfat Bali ve Rıdvan Akar gibi araştırmacıların ve Faik Ökte’nin anıları sayesinde, en çok mükellefe sahip İstanbul’da verginin uygulaması üzerine bugün çok detaylı bilgiye sahibiz. Peki İstanbul dışındaki vergi uygulamaları buradaki nüfusu nasıl etkiledi? Maalesef, bu verginin 1940’larda halen belirli oranda gayrimüslim nüfusa sahip Mersin ve Antakya ve çevresindeki bölgelerde nasıl uygulandığına dair çok az şey biliniyor. Biz de ailemize ve bölgedeki yakın çevremize bu vergiden bahsettiğimizde pek bilgi alamadığımızı itiraf etmeliyiz. Bilgisi olanlar da yalnızca belirli ailelerden böyle bir vergi alındığını büyüklerinden duyduklarını söyleyebiliyorlar. Aslında bu yazı, bölgede bu vergiye dair hafızayı gün yüzüne çıkarmak için başladığımız geniş kapsamlı bir çalışmanın ilk kısmı olarak kabul edilebilir. Böylece, bu yazıda ismi geçenlerin ailelerine veya bu konuda bilgileri olanlara bize ulaşabilmeleri için bir çağrı da yapmış olalım.

Nihayetinde, bu konudaki araştırmamız sırasında, Antakya ve çevresinde Varlık Vergisi uygulamalarıyla ilgili Şahin Yedek’in makalesine ile Yakup Kalıçlı’nın yüksek lisans tezine rastladık. Aynı şekilde, bu verginin Mersin’de nasıl uygulandığına dair ise Erdem Çanak imzalı bir makale ile Şekip Alpsoy’un yüksek lisans tezi mevcut. Bu araştırmalar, Antakya’da yayınlanan Yenigün gazetesi ile Mersin’de yayınlanan Yeni Mersin gazetelerine, arşiv belgelerine ve bölgede yapılan sözlü tarih çalışmalarına yaslanıyor ve farklı saiklerle – Alpsoy’unki hariç – yazılmış olsalar bile verginin Antakya ve çevresi ile Mersin’deki ırkçı ve haksız uygulamaları gözler önüne seriyor.

Bu bölgelerdeki vergi uygulamalarına geçmeden önce, aşağıda bahsedilen vergi miktarlarını altın fiyatına endekslemenin, bugünkü gerçek değerini bulmaya değil ama bu maddi yükün ağırlığını anlamamıza yardımcı olacağını düşünmekteyiz. 1942 yılında 1 Reşat altını yaklaşık 33 lirayken, şu anki değerinin neredeyse 3 bin 700 lira olduğu düşünüldüğünde aşağıdaki vergi tahakkuk bedellerinin her birini 110’la çarparak devletin bir ay içinde ödenmesini istediği bedellerin bugünkü karşılıkları hakkında bir nebze fikir sahibi olabiliriz.

Antakya

Yedek ve Kalıçlı’nın çalışmalarına göre, Hatay’da Varlık Vergisi altı bölgede tahakkuk ediliyor: Antakya (Samandağ’ı ve Harbiye’yi de kapsıyor), Hassa, Yayladağı, İskenderun, Kırıkhan ve Reyhaniye (bugünkü adıyla Reyhanlı). 20 Kasım 1942’de, bu bölgelerde Varlık Vergisi mükelleflerini ve miktarlarını belirlemek için çalışmaya başlayan vergi komisyonları, 6 Aralık’ta çalışmalarını tamamlıyor ve nihayetinde Maliye Bakanlığı’ndan alınan onayın ardından 15 Aralık 1942’de vergi daireleri ve şehrin belirli yerlerine asılarak ilan ediliyor. Bu listelere göre, Türkiye’nin en fazla nüfusa sahip 38. ili olmasına (1940 nüfus sayımına göre) rağmen, Hatay üç milyon liradan fazla vergi borcuyla en çok vergi tahakkuk edilen 7. vilayet oluyor. 1944 yılına gelindiğinde bu bedelin yüzde 60’ının tahsil edildiği ve bu bölgenin Türkiye genelinde yüzde 75’i bulan tahsilat ortalamasının altında kaldığı bilgisine ulaşıyoruz.

Diğer bölgelerdeki Varlık Vergisi listelerinde olduğu gibi bu listelerde de ilk göze çarpan, tabii ki gayrimüslim mükelleflerin yoğunluğu ve onlardan tahsil edilmesi amaçlanan vergi miktarının fazlalığı. Fakat yine de Antakya’nın Müslüman nüfusunun (Sünni ve Alevi) da vergiden yüksek oranda payını aldığını belirtmek gerekir. Antakya’da toplam 229 kişiye 842 bin 750 lira vergi tahakkuk edilirken, bu miktarın 300 bin lirası tek başına Yahudi Binhas Şayal Kebbudi’ye (Kebudi) kesilir. Listeye göre, Binhas Şayal’ın dışında Kebudi ailesinden beş farklı isme (Azar Kebudi ve kardeşi, Abdo Kebudi, İshak ve Şalum Kebbudi) daha belirli miktarlarda vergi tahakkuk edilir. Bu borçlar, Kebudi ailesinin Antakya’daki toplam verginin üçte birinden fazlasını ödemek zorunda bırakıldığını gösteriyor. Bu oranın büyüklüğünü daha iyi anlamak için, Binhas Şayal’dan sonra en çok vergi tahakkuk edilen Rasim Adalı’nın vergi borcunun 35 bin lira olduğunu not etmek gerekir. Zaten Binhas Şayal Kebbudi, bu borçları ödemediği gerekçesiyle nihayetinde kendini çalışma kampında bulacaktır. Ökte’nin aktardığına göre, Kebbudi, borcunu ödemek için, sahip olduğu depoları iş yaptığı uluslararası şirketlere satmak için İstanbul’a gelmiş ve bu parayı denkleştirmek için İstanbul Defterdarlığı’na başvurarak bir ay süre talep etmiştir. Fakat Antakya Defterdarlığı, Kebbudi’nin sekizden fazla çocuğunu Antakya’da bırakmasına rağmen eşiyle İstanbul’a gelmesini kaçacağının kanıtı olarak kabul etmiş ve istediği süreyi ona vermemiştir. Depoları satmak istediği şirketlerin, Kebbudi’nin içinde bulunduğu zor durumun farkına varması ve söz konusu mülkleri daha ucuza almak için görüşmeleri uzatması üzerine, Binhas Şayal İstanbul’daki kampa alınıp Aşkale’ye sevk edilir. 5 Şubat 1943 tarihli Yenigün gazetesi haberine göre, Binhas Şayal yalnız değildir, onunla birlikte babası da Aşkale’ye sevk edilir.

Listenin ilk sıralarında dikkat çeken bir diğer isim ise bugün Sayek (siyasetçi Selin Sayek Böke’nin mensubu) olarak anılan Arap-/Rum-Ortodoks Sayığ ailesinden İlyas Sayiğ’dir. Sayiğ’e burada ve İskenderun’da ayrı ayrı 5 bin lira vergi tahakkuk edilirken, Antakya’da en yüksek miktarda vergi kesilen Arap-/Rum-Ortodoks, şehrin ünlü doktorlarından Alber Beyluni olur. Beyluni, 1938’de bağımsız Hatay Devleti’nin ilanının ardından kurduğu İttihat-ı Anasır Cemiyeti vasıtasıyla, dış siyasete karışmaksızın bölgedeki unsurların birlikte yaşamını savunmuş bir isim. Bölgenin Türkiye’ye katılmasına karşı çıkan Beyluni, 1939’da Hatay’ın iltihakı sonrasında Halep’e gider, fakat Türkiye muhaliflerine çıkan siyasi affın ardından Antakya’ya geri döner. Kalıçlı’nın Semiramis Kuseyri’den aktardığına göre, Beyluni Varlık Vergisi kapsamında kendisine çıkarılan 17 bin liralık borcu ödeyemez ve Aşkale’ye gönderilir. Şunu belirtelim, görüştüğümüz farklı yerel kaynaklar bu iddianın doğruluğunu teyit edemediler.

Söz konusu vergi olduğunda mesele sadece siyasi tutum olmayacaktır. Zira Beyluni’den farklı olarak Hatay’ın Türkiye katılmasını savunan ve Hatay Devleti Meclisi’nde görev alan Arap-/Rum-Ortodoks Basil Huri de 5 bin liralık vergi tahakkukuyla listede üst sıralarda yer alır. Şehrin bazı Müslüman seçkinlerinin Huri’yle aynı kaderi paylaşması da ilginç bir husus. Örneğin, vergiden üç yıl önce Hatay Devleti Meclis Başkanı olan Abdülgani Türkmen’e ve eşine 5 bin 500 liralık bir vergi borcu çıkarılır. Bu borçtan daha fazla şaşırtıcı olan nokta ise Türkmen’in o sırada halen Hatay milletvekili olarak Meclis’te olması. İlginçtir ki Türkmen, vergi kanunun oylandığı 11 Kasım 1942 tarihli Genel Kurul toplantısına hasta olduğu gerekçesiyle katılmamıştır. Yine de böyle bir verginin ona tahakkuk edilmesi şaşırtıcı olsa da nihayetinde Türkmen’in bu borcu ödeyip ödemediğini bilmiyoruz. Listede Türkmen gibi Türkiye yanlısı tutumuyla bilinen Arap Alevi Alaeddin Cilli de yer almaktadır. Samandağ’ın etkili ve büyük toprak sahibi Cilli aşiretinin önde gelen isimlerinden Alaeddin Cilli’ye de 3 bin lira vergi çıkarılır. Yine Arap Alevilerden Abdulla Gali 8 bin liralık ve Selim ve Reşit Cezayirli de 25 bin liralık vergi borcuyla listede üst sıralarda yer alır.

İskenderun

İskenderun bölgesindeki listeye göre ise toplamda 167 kişiye 1 milyon 20 bin 200 lira vergi tahakkuk edilir. Antakya’dan farklı olarak İskenderun gayrimüslim nüfusun daha yoğun yaşadığı bir şehirdir. Zaten Yedek’in makalesine göre, buradaki vergi mükelleflerinin en az 53’ü gayrimüslimdir. Listede ilk sırada 207 bin 500 lirayla vergi borcuyla Levanten Josef Katoni (Joseph Catoni) bulunmaktadır. Katoniler, 1840’larda İskenderun’a yerleşen İtalya kökenli bir aile. Özellikle 19. yüzyılda İskenderun Limanı’nın büyümesinde etkili Akdeniz ticaretinde bu ailenin önemli bir rolü olduğu biliniyor. Bugün İskenderun sahilinde metruk halde bulunan yalının sahibi olan Katoni ailesinin son ferdi Augustine’in 1969’da vefat etmesiyle bu şehirdeki varlığı sona ermiş olsa da, aile hala Türkiye ve bölgede gemi ticareti yapmaktadır. Ailenin bir diğer önemli liman şehri olan Mersin’de de mal varlığı olduğunu yine vergi listelerinden öğreniyoruz. Zira burada çıkarılan yüksek bedelli borç yetmemiş olacak ki, Jozef Katoni’ye Mersin’de de 75 bin liralık vergi kesilmiş. İskenderun listesinin ikinci sırasında ise 41 bin 600 lirayla Hatay Yağları Şirketi bulunmaktadır. Şirketin sahibi Yunanistan vatandaşı Rum Ortodoks Strati Glyptis’tir. Yunanistan’ın Antakya’daki fahri konsolosu olan Glyptis, Varlık Vergisi yükünü bir şekilde atlatsa da, 1964 yılında Yunanistan tebaasından Rumların sınırdışı edilmesi kararı uyarınca Yunanistan’a gitmek zorunda kalacak ve bu şirketin hisselerini Corç Zarif’e satacaktır. Listede üçüncü sırayı ise 40 bin 500 liralık vergi bedeliyle katılım sürecinde Suriye yanlısı tutum alan Arap Alevi Abdülgani Cezayirli alır. Aynı aileden Mehmet Cezayirli’ye de 5 bin 500 lira vergi tahakkuk edilir.

Augustine Catoni (soldan üçüncü) - Kaynak: Levantine Heritage-Eda Kaçar Özmutaf Arşivi.

İskenderun listesinde dikkat çeken bir unsur olarak Arap-/Rum-Ortodokslara tahakkuk edilen yüksek vergi bedellerinden bahsedebiliriz. Aile-isim bilgilerine göre yaklaşık 25 kişinin Arap-/Rum-Ortodoks olduğunu tahmin ediyoruz. Bu bağlamda, listede en çok ismi geçen aile Sayiğler (Sayek). Varlık Vergisi kapsamında, Sayek ailesinden sekiz kişiye (Kayseme Sayiğ, Edvar Sayiğ, Corc Sayiğ, Kozma Sayiğ, Cemile Sayiğ, İlyas Sayiğ, Zondi Sayiğ ve Zandi Sayiğ) toplam 96 bin lira vergi tahakkuk edilir. Kalıçlı’nın tezinde Teyfik ve Can Sayek’ten aktardığı ilginç detaylar var. Babaları Edvar Sayiğ’in o dönemde yaşadıklarına dair anlattıkları, verginin arkasındaki siyasi motivasyonu ve uygulamanın keyfiliğini gözler önüne seriyor. Bu anlatılara göre Sayiğ, vergi döneminde bir gün trende seyahat ederken Ankara’dan birine tesadüf eder ve kendisine tarh edilen 20 bin liralık verginin servetinin çok üstünde olduğundan dert yanar. Bunun üzerine, Ankara’dan gelen kişi, Sayiğ’e ismini sorar ve “Enver” yanıtını alır. Bu ismi duyan Ankaralı beyefendi, Sayiğ’e “bu işte bir yanlışlık olduğunu” ve “bu isimde birine çok fazla [vergi] tahakkuk etmemeleri gerektiğini” söyler. Fakat tüm Türkiye’deki vergi uygulamalarını göz önünde bulundurunca bu işte bir yanlışlık yoktur ve Sayiğ de bu yüksek vergi borcunu bir şekilde ödemek zorundadır. Bazı mülklerini elden çıkaran Sayiğ, borcun geri kalan kısmını ödemek için Ziraat Bankası’ndan yüksek faizle kredi talebinde bulunur. Teyfik ve Can Sayek’in aktardıklarına göre, kredinin çıkması gecikince, bir sabah Edvar Sayiğ, polis eşliğinde Kaymakamlık’a götürülür. Vergisini ödeyemeyen diğer İskenderunlu gayrimüslimler de orada toplanmıştır. Buradakilerin Aşkale’deki çalışma kampına gönderilmek üzere göz altına alındığını öğrenirler. Bir şekilde kaymakamla görüşme fırsatı yakalayan Sayiğ, onu kredi başvuruları onaylanana kadar süre vermeye ikna eder ve Aşkale’ye gönderilmelerine engel olur. Sayeklerin bu anlatısını Yenigün gazetesinde 28 Ocak 1943’te çıkan bir haber doğrular. Bu habere göre, Hatay’da vergisini ödemeyen mükellefler 27 Ocak günü gözaltına alınmış, birkaçı burada borcunu öder ve geriye kalan 20 civarında kişi bir süre daha gözaltında tutulur. Edvar Sayiğ’le birlikte o gün gözaltına alınan bir diğer Arap-/Rum-Ortodoks da İlyas Ezrak’tır. Ezrak, şahsına kesilen 20 bin lira ve Nasri Gazel’in vekili olarak çıkarılan 10 bin lira vergiyle İskenderun listesinde üst sıralarda alır. Basil Huri gibi Hatay Devleti mebusluğu yapmış bir başka Arap-/Rum-Ortodoks Marsel Balit’in de payına bu vergiden 20 bin lira düşer.

Kırıkhan

1915 öncesinde bölgedeki en büyük Ermeni nüfusuna sahip olan Kırıkhan’da tahakkuk edilen vergi miktarı toplamda 53 kişiye 750 bin lira olurken, en çok vergi tahakkuk edilen kişi 400 bin lirayla Mustafa Çanakçı olur. Müslüman olduğunu varsaydığımız Çanakçı’nın neden yalnızca Kırıkhan’da değil tüm bölgede en çok vergi yüklenen isim olduğuna dair net bir bilgimiz yok. Fakat vergi komisyonlarının kişisel çıkarlar ve husumete göre karar verdiği birçok örnek göz önüne alınınca, Çanakçı’nın da böyle bir tutuma kurban gittiğini düşünmek çok yanlış olmayacaktır. Çanakçı’nın borcunu çıkarınca kalan 350 bin liranın en az 200 bini gayrimüslimlere (çok büyük kısmı Ermenilere) tahakkuk edilir. 50 binle Arnest Altunyan, 25 binle Viktor Esved (kendisine İskenderun’da da 25 bin lira vergi tahakkuk edilir), 20 binle Bedros Keşişyan, 15 binle Kevork Boduryan ve Versami Şirin, 11 binle Kirkor Gökçeoğlu ve 10 binle Artin Boğaciyan listede ilk sıralarda yer alırlar.

Bu isimlerin dışında Ermeni bir mükellef dikkate şayandır: Haçadur Karabacakyan (Karabacakoğlu). Bölgede Haçadur Ağa olarak bilinen Karabacakyan, Antakya’nın Türkiye’ye katılma sürecinde Türkiye yanlısı tutumuyla ön plana çıkar ve Hatay Devleti Meclisi’nde Kırıkhan temsilcisi olarak yer alır. Aynı yıl Ankara’yı ziyaret eden Hatay Devleti heyetinde yer alan Karabacakyan, burada gazetelere “Ermenilerle Türkleri ayıranın din olduğunu” ve “kendilerini de Türk kabul ettiklerini” açıklar. Fakat bu tutumu dahi Karabacakyan’ı bir zamanlar borç verdiği komisyon üyelerinin çıkardığı yüksek vergiden kurtaramayacaktır. İlk listede yeğeni Zadig’le birlikte toplamda 30 bin lira vergi kesilen Haçadur Ağa’ya bu bedeli ödedikten sonra, düzeltilerle çıkarılan ikinci listede bu kez 60 bin lira vergi yüklenir. Serdar Korucu’nun aktardığına göre, Haçadur Ağa çiftlik, han ve dükkanlarını vergi miktarını belirleyen komisyon üyelerine düşük fiyatlarla satıp borcunu kapatır ve yoksul bir şekilde Halep’teki doktor oğlunun yanına sığınır.

Reyhanlı

Kalıçlı ve Yedek’in çalışmalarında yer alan son liste Reyhanlı’ya ait. Bu bölgede vergi tarh edilen tamamı Müslüman 76 mükellef bulunmaktadır ve tahakkuk edilen toplam bedel ise 333 bin 590 liradır (yani neredeyse Antakya’daki Kebudi ailesine yüklenen vergi kadar!).  Toplam miktar, Reyhanlı’da mükelleflerin ekonomik durumlarının çok düşük olduğu düşünüldüğünde ne kadar hayret vericiyse, siyasi konumları göz önünde bulundurulduğunda bir o kadar da makul. Reyhanlı, en verimli arazilerin olduğu Amik Ovası’nda bulunan bir tarım bölgesi. Bu ovaya 19. yüzyılın ortasından itibaren hakim olan ise “Amik Ağaları” olarak bilinen Reyhanlı aşireti. Uzun yıllar boyunca bölgenin ekonomisine ve siyasetine hakim olan Mürselzade (Mursaloğlu) ve Türkmen aileleri de bu aşirete mensup. Bu ailelerden Tayfur Sökmen ile Abdullah ve Abdurrahman Mürseloğlu, aynı zamanda bölgenin I. Dünya Savaşı’nın ardından 1939’a kadar süren Türkiye’ye bağlanma mücadelesinin en önde gelen isimleri. Hatay Devleti’nin ilk ve tek Cumhurbaşkanı olan Tayfur Sökmen, 1939’dan sonra da Antalya milletvekili olarak TBMM’de görev alırken, Abdullah Mürseloğlu da 1942 itibariyle Hatay milletvekili olarak Meclis’te yer alır. Vergi kanununun oylamasına katılmayan bu iki isimden Sökmen’e yalnızca 1.500 lira vergi tarh edilirken, Mürseloğlu’na tahakkuk edilen vergi onun üç katı, yani 4 bin 500 lira. Verginin bu iki isme neden farklı miktarlarda kesildiğini maalesef ki bilmiyoruz.

Yine de bu iki ismin iktisadi varlıkları düşünüldüğünde vergilerin servetleri oranında tahakkuk edildiğini söylemek güç. Nitekim toplamda 11 mensubuna 36 bin 500 lira vergi tarh edilen Mürselzadelerden Neşet Mursaloğlu da bizimle aynı fikirde. Kalıçlı’nın kendisiyle yaptığı görüşmede, Mursaloğlu, ailesinin durumunu hesaba katıldığında toplam vergi bedelinin az olduğunu belirtir. Ancak, dönemin iktidar partisi CHP’nin esas gücünü bu vergiden yaklaşık üç yıl sonra dağılacak “eşraf-bürokrat-ağa koalisyonu”ndan aldığı düşünüldüğünde, “Amik Ağaları”na kesilen vergi miktarının düşük tutulması şaşırtıcı değil. Zira Kırıkhan’ın yanı başındaki Adana’da, dönemin Seyhan (Adana) Milletvekili Hilmi Uran, komisyonun şehirdeki toprak ağaları ve Müslüman tüccarlara çıkarılan vergi bedellerini düşürmeye çabalamış ve “Hilmi Uran listesi”nin geçerli olmasını sağlamıştır. Nihayetinde, Rıfat Bali’nin aktardığına göre, Adana’daki mükelleflerin yüzde 5’ini oluşturan 47 Yahudi’ye toplam vergi miktarının yüzde 25’inin tahakkuk edildiği bir tablo ortaya çıkar.

Mersin

8 Aralık 1942 tarihli Yeni Mersin gazetesi

Alpsoy ile Çanak’ın çalışmalarına göre, Varlık Vergisi’nin yalnızca İçel vilayetinin merkez ilçesi Mersin’de nasıl uygulandığına dair detaylı bilgiler mevcut. Burada vergi mükelleflerini ve tahakkuk bedellerini belirlemek üzere toplanan altı kişilik komisyon 16 Kasım 1942’de görev başlar ve 7 Aralık 1942’de ilk listeler şehrin belirli yerlerine asılarak duyurulur. Bu listelerin toplanmasını öngördüğü 6 milyon lirayı aşkın vergi bedeli, 1940 itibarıyla Türkiye’nin nüfusu en büyük 31. vilayeti olan İçel’i en yüksek vergi tahakkuk edilen 6. şehri yapar. Alpsoy’un tespitine göre, bu bedelin yüzde 75’i şehir nüfusunun yüzde 1’ini bile oluşturmayan gayrimüslimlerin sırtına bindirilirken, Müslüman mükellefler yüzde 24’ünü ödemekle yükümlüdür. Alpsoy’un verdiği bu yüzdelere yerel kaynaklara dayanarak aşağıda bir şerh düştüğümüzü buraya not edelim. Son olarak, Mersin’de toplam miktarın yüzde 1’i ise “ecnebiler ve dönmeler” kategorisinde sayılan isimlere tahakkuk edilir. Kanun yürürlükte kaldırıldığında tüm vilayette tahakkuk edilen verginin yüzde 85’i tahsil edilmiştir.

Antakya ve çevresiyle karşılaştırıldığında, Mersin’de kişilere kesilen vergi borçları çok daha yüksek. Buradaki listenin başında sermayelerinin 40 katı fazla olan 600 bin liralık vergi borcuyla Yahudi Şaşo kardeşler ve Şaşol Kohen bulunmaktadır. Bu isimlerin dışında, Alpsoy’un Mersin Ticaret Odası kayıtlarından tespit ettiğine göre, Mersin’de bulunan elli Yahudi mükellefe toplamda 350 binden fazla vergi yüklenmiştir. Toplamda ise Yahudi mükelleflere çıkarılan vergi borcu, bu mükelleflerin sahip olduğu sermayenin tam dört katıdır.

Listenin ilk sırasında yer alan bir diğer mükellef, yine 600 bin liralık vergiyle Nazım Gandur kardeşler. Aynı aileden Mustafa ve Salah Gandur da 110 bin liralık vergi borcuyla listede üst sıralarda. Alpsoy, yine Ticaret Odası kayıtlarına bakarak, İskenderun listesinde de 25 bin lira borcu bulunan Nazım Gandur’un Suriye’den gelen Süryani bir aileye mensup olduğunu belirtir. Alpsoy’a göre, 200 bin vergi borcu tahakkuk edilen Nazım Miskavi de aynı şekilde Suriye’den Mersin’e göç etmiş bir Süryanidir. Fakat yazıyı yazarken bilgisine başvurduğumuz yerel kaynaklar Gandurlar ve Miskavilerin Suriye ve Lübnan’dan bölgeye göç etmiş Müslüman aileler olduğunu aktardılar.

Listede en çok vergi tarh edilenler arasında 370 bin liralık bedelle üçüncü sırada bulunan Mehmet ve Şefik Hariri’nin de Lübnan’dan bölgeye göç eden Müslümanlar olduğu göz önünde tutulunca, Varlık Vergisi bahsinde pek dikkat çekmeyen bir durum ön plana çıkıyor. O da, Mersin’de şehrin liman ticaretinde 19. yüzyıldan bu yana önemli yer tutan Suriyeli ve Lübnanlı ailelerin ekonomik gücünü kırmak için yüksek vergiye tabi tutulmaları. Bu ailelerin yanı sıra, yine Suriye’den gelen Mehmet Akil’e de Zeki Bilmen’le ortaklığından dolayı 150 bin ve başka bir ortaklığından 100 bin vergi kesilmesi, bu konudaki kuşkularımızı kuvvetlendiriyor. Nitekim listede “ecnebi” kategorisinde bulunan Suriyeli Abdülvehap Necati ve Lübnanlı Yakup İzzettin’e de sermayelerinin iki katı oranında 10 bin liralık vergi kesildiğini görüyoruz. Aynı kategori altındaki Batı devletleri vatandaşlarına ise ya sermayelerine oranla çok cüzi miktarlar çıkarılmış ya da hiç vergi kesilmemiş.

Öte yandan, şehirdeki yerli Hıristiyanlar ise adaletsiz vergi uygulamasından nasibini alır. 19. yüzyılda Lübnan’dan Mersin’e göç eden Maruni bir aileden gelen sigortacı Mülhem Selfun’a sermayesinin altı katı oranında 30 binlik vergi çıkarılır. Sanatçı Jehan Barbur’un ailesinden Arap-/Rum-Ortodoks Fuat Barbur da 58 bin liralık vergi tahakkukuyla listenin üst sıralarında yer alır. Diğer taraftan şehrin Türk-Müslüman tüccarlarına kesilen vergiler ise uygulamanın nasıl tamamen keyfi kararlara ve kişisel ve siyasi ilişkilere bağlı olduğuna ışık tutar. Mersin’de de vergi oranlarını belirlemekle görevli komisyonun üyeleri kendilerine sermaye bedelleri oranında cüzi sayılabilecek borçlar çıkarmışlardır. Komisyon üyelerinden Fuat Morel, 5 bin liralık sermayeye sahip iken bin lira vergi öder. Aynı şekilde, 20 bin liralık sermaye sahibi Hamdi Ongun, komisyonda kendisine bin liralık vergi tarh ettirir.

Sonuç olarak, Antakya ve çevresi ile Mersin’deki vergi uygulamalarına baktığımızda, Türkiye’deki genel uygulamayı çoğunlukla tekrar eden bir tablo görüyoruz. Siyasi yakınlık, kişisel husumetler ve keyfiyet bu bölgelerde de komisyonların kararlarının esas belirleyeni olmuştur. Gayrimüslimlere sermayelerinden çok daha yüksek oranda kesilen vergiler, burada Müslümanlara varlıklarına göre çok daha cüzi oranda çıkarılır. Zira bu bölgeler, 1940’larda İstanbul dışında kültürel çeşitliliğe sahip Türkiye’deki ender yerlerdir. Arap-/Rum-Ortodokslar, Ermeniler, Süryaniler, Protestanlar, Latin Katolikler, Maruniler, Arap Aleviler, Suriye ve Lübnan’da göçen Müslümanlar ve Yahudiler 1940’lara kadar kendilerini burada bir şekilde var edebilmiş, fakat bu tarihle birlikte yaşanan kültürel kayıp hızlanmaya başlamıştır. Vergi, bölgeden ve ülkeden göçleri hızlandıran bir faktör olur. Arap Aleviler dışında, şu anda bölgede sadece varlığı kısmen hissedilen Arap-/Rum-Ortodokslar kalmış, Yahudi nüfusu ise maalesef ki onlu sayılarla ifade edilecek kadar azalmıştır. Keza Ermenilerin sayısı ise birkaç yüzden öteye geçmezken, Süryaniler ise İskenderun’a Adıyaman ve Mardin’den gelen birkaç aileyi saymazsak hiç kalmamıştır.

Bu durum bugün bizi bölgede kimliğinden yoksun şehirlerle baş başa bırakıyor. Antakya’da Affan ve Zenginler mahallesini gezerken turistler yapıların güzelliğine hayran kalırlar; fakat o muhteşem avlulu evleri yapan kimlerdi? Kimler otururdu? Şehrin güzelliğini yaratanlardan kimler varlar? Bu soruların cevabını verebilmek için öncelikle İskenderun Çarşısı’nda sadece iki yüz metre yarıçaplı bir daire çizersiniz. İçine bir sinagog ve altı kilisenin sığdığı bu dairede, maalesef ki, sadece turistler için çok güzel yapılmış yapılar olmaktan öteye gitmeyen binalar kaldığını görürsünüz. Bu binaların sahiplerinin çoğu gittiler, gitmek zorunda bırakıldılar. Buna sebep olan politikanın önemli bir parçasıydı Varlık Vergisi. Hedef ülkeyi ve sermayeyi Türkleştirmekti. Amaç hasıl oldu.

* Bu çalışmayı yaparken yardımlarına ve bilgilerine başvurduğumuz Ayhan Aktar, İbrahim Beylunioğlu, Mahir Biçer, Şule Can, Tamar Nalcı ve Yasmina Şelfun Lokmanoğlu’na çok teşekkür ederiz.

Yararlanılan kaynaklar

Ayhan Aktar, (der.) Yorgo Hacıdimitriadis’in Aşkale-Erzurum Günlüğü (1943), İletişim Yayınları, 2011.

            —, Varlık Vergisi ve ‘Türkleştirme’ Politikaları, İletişim Yayınları, 2018.

Erdem Çanak, ‘Varlık Vergisi ve Mersin Uygulaması’, CBÜ Sosyal Bilimler Dergisi 14, 1 (2016): 363-82.

Faik Ökte, Varlık Vergisi Faciası, Nebioğlu Yayınevi, 1951.

Rıdvan Akar, Aşkale Yolcuları: Varlık Vergisi ve Çalışma Kampları, Belge Yayınları, 1996.

Rıfat Bali, Türkiye’deki Yahudi Toplumlarından Geriye Kalanlar, Libra Kitap, 2016.

Serdar Korucu, Sancak Düştü: İskenderun Sancağı’ndan Hatay’a “Ermeni Meselesi”, Aras Yayıncılık, 2021.

Şahin Yedek, ‘Hatay’da Varlık Vergisi Uygulamaları (1942-1943)’, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi 36, 101 (2020): 163-202.

Şekip Alpsoy, ‘Varlık Vergisi ve İçel’deki Etkileri’, Yüksek Lisans Tezi, Mersin Üniversitesi, 2001.

Yakup Kalıçlı, ‘Varlık Vergisi ve Uygulanışı: Hatay Örneği’, Yüksek Lisans Tezi, Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi, 2020.


1.135 görüntüleme

Bu platformun kendine ait resmi bir görüşü yoktur. Bu oluşum içerisinde yer alan tüm yazılar yazarların şahsi görüşüdür.  Okuduğunuz bu yazının yayın hakları nehna.org’a aittir, ilkelerimiz gereğince sitemizdeki yazıların paylaşılmasında bir sakınca görmüyoruz. Ancak paylaşım yapılırken evrensel basın ilkelerine riayet edilmesi, yazının ilk olarak nehna.org sitesinde yayınlandığına ilişkin ibare bulunması ve yazarın isminin anılması hususlarına dikkat edilmesini önemsiyoruz.

bottom of page