Nehna ekibini tanımaya Mişel Uyar’la devam ediyoruz. Mişel, yakın zamana kadar Karagözyan Ermeni Okulu’nda öğretmenlik yapıyordu. Şu anda mesleğine İskenderun’da devam eden Mişel’le İstanbul’da bulunduğu dönemde azınlıklar üzerine yaptığı çalışmaları, Türkiye’de devlet okulunda Hıristiyan bir öğretmen olmak, Arapça müziğe olan ilgisi dahil olmak üzere birçok konuda konuştuk.
Röportaj: Ferit Yuhanna Tekbaş
Sevgili Mişel, okurlarımıza kendini biraz daha yakın tanıtabilir misin?
1981 yılında İskenderun’da doğdum. Çocukluğum Barbaros Mahallesi’nin çok kültürlü ortamında geçti. Barboros Mahallesi’ne 1960’larda halamlar Samandağ’dan gelen birkaç aileyle birlikte yerleşmişler. Mahallede genelde Samandağ’dan gelen Hıristiyan aileler, Mardinli Araplar ve İskenderun’un farklı köylerinden gelen aileler vardı. Hıristiyan ailelerden Gülenay (Krayt), Söker, Akik, Diker aileleri ilk aklıma gelenler. Mahallede belirli bir Hıristiyan yoğunluğu olduğundan dolayı pek sıkıntılı bir ortam yoktu, ancak Kıbrıs olayları döneminde mahalle dışından gelen insanlar tarafından sorun yaratıldığı anlatılır. İlk, orta ve lise öğrenimini İskenderun’da gördüm. Daha sonra Çukurova Üniversitesi Sınıf Öğretmenliği Bölümü’nü kazandım ve 2008 yılında orayı bitirdim. İki yıl Adana‘da ücretli öğretmenlik yaptım. 2010 yılında İstanbul’a atandım. 2013 yılında çok sevdiğim ve beni çalışmalarımda motive eden Begüm’le evlendim. 2017 yılı Mart ayında oğlumuz Rodin doğdu. Bu sene de İskenderun’un bir köyüne tayin oldum.
Türkiye’de Hıristiyan bir öğretmen olmanın nasıl bir deneyim olduğunu anlatır mısın?
2016 yılında Özel Karagözyan İlkokulu’nda öğretmenliğe başlamadan önce Gaziosmanpaşa’nın dini hassasiyetleri ağır basan bir mahallesinde öğretmenlik yapıyordum. Bir Hıristiyan olarak devlet kurumunda çalışmak gerçekten zor. Düşününce “nerede kolay ki?” diyebilirsiniz elbette. Ben okulda kimliğimi öğretmen arkadaşlarımdan hiç gizlemedim. Birçok kez sert tartışmalar yaşasam da kimliğimle var olmaya çalıştım. Özellikle faşist öğretmenlerle azınlıkların Osmanlı ve Türkiye’de yaşadıkları üzerine tartışmak zorunda kaldım. Bunları tartışmaktan hiç imtina etmedim. Ancak öğrencilere ve velilere hiçbir zaman kimliğimle ilgili bilgi vermedim. Ancak bazı veliler benim Hıristiyan olduğumu bir şekilde öğrenmişlerdi. Kimliğimden dolayı benim haberim olmadan veliler arasında bir tartışma yaşanmış. Bazı veliler okul müdürüne gidip Hıristiyan olduğum için çocuklarını benim sınıfımdan almak istediklerini söylemişlerdi. Müdürümüz ve bir müdür yardımcımız bu talepte bulunan velileri odasından kovmuştu. Tabii, benim bunlardan sonra haberim oldu. Daha sonra bir velim gelip bana durumu anlattı. Ben de bir toplantı yapıp velilerle konuşmak istedim. Aslında kimlerin beni istemediğini biliyordum. Ama orada bunu söylemedim. Toplantıda kimliğimi açıkça ifade ettim. İsteyenlerin öğrencilerini benim sınıfımdan alabileceklerini belirttim. Bazı velilerim beni desteklediklerini belirtseler de benim canım çok sıkılmıştı. Ne yapabilirim diye düşünmeye başladım. Aklıma azınlık okulları geldi.
Bundan sonra bir Ermeni okulunda bir süre Türkçe öğretmenliği yaptın. Buradaki deneyimlerin nasıldı?
Bu olaydan sonra sevgili Pakrat Estukyan vasıtasıyla Karagözyan Okulu Müdiresi Digin Arusyak Koç Monnet’ylegörüştüm. Beni dinleyip başvurumu kabul etti. Ancak o dönemde okulda boş kadro olmadığı için bu okula geçiş yapamadım. Uzun bir süre sonra Karagözyan Okulu’ndan arandım. Gelip tekrar görüşmemi istediler. Çok mutlu olmuştum. Kimliğimi gizlemeden, toplumumuza belki de en yakın ortamlardan birinde çalışacaktım. 2016 yılının Eylül ayında Karagözyan’da göreve başladım. Gerçekten çok farklı bir deneyim oldu benim için. Az çok bildiğim Ermeni kültürünü daha fazla öğrenmeye çalışıyordum. Öğrencilerle sık sık kültürlerimiz üzerine konuşuyordum. Bayramlarımızı karşılaştırıyor, ortak ve farklı yönlerimiz üzerine konuşuyordum. Bir öğretmen için güzel bir ortam vardı. Çok güzel dostluklar kurdum. Ama Karagözyan’in bana en büyük katkısı “azınlık okulları”nın Türkiye’de nasıl bir ihtiyaç olduğunu göstermesiydi. Azınlık okullarının azınlıklar için önemi gerçekten çok büyük. Öncelikle, kimliğin korunmasında en büyük etkenlerden biri olan dilin kısmen korunmasını sağlıyor. Diğer taraftan, kimliği oluşturan diğer öğelerin de aktarılmasını sağlıyor. Çocuğun kimlik kaygısı yaşamadan eğitim almasını sağlıyor. Ayrıca çocukların “kendilerinden olan” insanlarladaha fazla iletişim kurmasını sağlıyor. Eğer İstanbul’da hala azınlık kimliklerinden bahsedebiliyorsak bunda okulların payı büyük. Bizim toplumumuzun ise ne yazık ki bir azınlık okulu yok. Bununla ilgili bir girişim de yapılmamış. Bildiğimiz kadarıyla Antakya ve İskenderun’da 1939’a kadar farklı azınlık okulları var. Ancak Hatay’ın Türkiye’ye katılmasıylaberaber bu okullar kapanmış. Bu okullar olsaydı, kimliğimizi ve dilimizi çok daha iyi şekilde koruyacaktık.
Toplumumuzun dinlediği Arapça müzik hakkında güzel bir giriş yazısı yazdın. Seni Arap müziği aşkın nereden doğdu?
Aşık demek belki biraz abartı olur ama özellikle son birkaç yıldır Arap coğrafyası müzisyenlerini daha fazla dinlemeye, yeni sanatçılar bulmaya çalışıyorum. Arapçam pek iyi değil. Hatta şarkıları anlamakta çok zorlanıyorum. Genellikle şarkıları tekrar tekrar dinliyorum. Anlamaya, bilmediğim kelimelerle ilgili tahmin yürütmeye çalışıyorum. Ayrıca şarkıların İngilizce ya da Türkçe tercümelerini bulmaya çalışıyorum. Yine de telaffuz farklılığından dolayı bazı şarkıları anlamakta zorlanıyorum. Ama şarkı sözlerine bakınca hem verilmek istenen duyguyu daha iyi kavrıyorum hem de dilimizin asimilasyon süreciyle nasıl değiştiğini görüyorum. Arapça şarkı deyince insanların aklına klasik anlamda arabesk geliyor. Ama özellikle Levant bölgesi müziği gerçekten çok gelişmiş. Özellikle son dönemde çıkan grup ve müzisyenler çok kaliteli müzik yapıyorlar. Kesinlikle tavsiye ederim. Hele Arapça biliyorsanız, müziklerden aldığınız hisçok yüksek oluyor.
İstanbul’da bulunduğun süre içerisinde azınlıklarla ilgili projelerde yer aldın. Hangi projelerdi bunlar?
Özellikle Karagözyan’da çalıştığım dönemde azınlık sorunlarını daha fazla düşünmeye, sorunlarla daha fazla ilgilenmeye başladım. Sonra sevgili Sevan Ataoğlu bana Bilgi Üniversitesi Türkiye Kültürleri Araştırma Grubu hakkında bilgi verdi. Bu grup “İstanbul’da Kültürel Çeşitliliğin Sivil Toplum Aktörlerini Geliştirme ve Güçlendirme” isimli bir projeye başlamıştı. Projenin amacı, bu konu hakkında çalışan aktivistleri daha metodik çalışmalar yapmaları için eğitim programından geçirmekti. Orada sözlü tarih çalışmalarının nasıl yapılacağından arşiv taramaya, kamera kullanımından kültüre kadar birçok alanda eğitim aldık. Bu eğitimle beraber toplumumuz için bir şeyler yapmanın önemini fark ettim. Çalışmanın sonunda katılımcıların birer proje hazırlaması gerekiyordu. Benim projem de İstanbul Rumları ve Antakya Rumlarının benzerlikleri ve farklılıkları idi. Bu çalışma sayesinde Ketrin ve Anna Maria’yla tanıştım. Zaten Can’la daha önceden bu konu hakkında görüşüyorduk. Daha sonra seninle tanıştık.
Nehna’ya nasıl katıldın? Sence Nehna neden önemli?
Daha önce bahsettiğim gibi bu konu zaten bir süredir gündemimdeydi. Ekibin toplaması ve yayına başlamamız birseneden fazla zamanımızı aldı. Öncelikle toplumumuzun kilise kurumları dışında sivil bir kurumu yok. Biz Nehna‘yla bu önemli boşluğu doldurmanın önünü açtığımızı düşünüyoruz. Ayrıca, yok olmaya başlayan kültürümüzün belki bir nebze daha korunmasını sağlayabiliriz. Bölgemizin yakın tarihi çok karmaşık. Bu konularda yapacağımız çalışmalar, hem Türkiye hem de kendi toplumumuzun yakın tarihinde birçok konuya ışık tutacaktır. Özellikle, 1939 döneminin toplumumuz açısından çok önemli olduğunu düşünüyoruz. Daha önce çalışılmamış bir alan olan Antakya bölgesi, hem birçok etnik kimliğin yaşadığı bir çevre hem de özellikle 1939’da çok önemli bir demografik değişim geçiriyor. Bu konuda çalışmalar yapmayı çok değerli buluyorum.
Yakın zamanda İskenderun’a taşındın. Bölgeden Nehna’ya tepkiler nasıl?
Genel olarak tepkileri değerlendirmek için henüz erken. Yine de şimdiye kadar aldığım tepkilerin hepsi olumlu ve cesaret verici. Ancak şunu itiraf etmeliyim ki, şu anda Türkiye genelinden aldığımız olumlu etkileşimden biraz daha geride. Ancak toplumumuzun bu konuda zamanla daha ilgili olacağını düşünüyorum.
Nehna ekibine katılan ilk kişilerdensin. Nehna’yı gelecekte nerde görmek istersin?
Toplumumuz ve Türkiye azınlık çalışmaları açısından büyük bir boşluğu doldurduğunu söyleyebilirim. Bilimsel ve özgür yayın yapan, hem toplumumuz hem de bölgemizle ilgili doğru çalışmalar yapan bir Nehna görmek isterim.
Nehna ekibi ve okurlarına diyebileceğin veya önerebileceğin bir şey var mı?
Biz bu yola çıkarken altı kişiydik. Ama çoğalmak, gelişmek ve geliştirmek istiyoruz. Her türlü desteğe açığız. Kişisel arşiv, yazı, toplumumuzu ve bölgemizi ilgilendiren konularda bilgi ya da çalışma, tüm bunlar konusunda destek bekliyoruz. Bizi takip etsinler ve ettirsinler.
Sitede hangi konularla ilgili yazılar yazacaksın?
Daha çok kişisel tarih, aile tarihi ve sözlü tarih çalışmalarıyla ilgili yazılar yazmak istiyorum. Tabii ki, müzik konusunda yazmaya devam edeceğim, çünkü modern Arapça müzik bu ilgiyi hak ediyor. Ayrıca geçmişte ya da bugün yaşadığımız ayrımcılıkları da işlemeye devam edeceğim.
Bu başarıların devamını temenni eder, okurlarımızın ve Nehna platform ekibi adına sana bu röportaj için teşekkür ederiz.
Ben teşekkür ederim.
Comments