top of page
  • Mişel Orduluoğlu

Nurlu Cumartesi’den Paskalya’ya: Mesih Kam!



Bugün Cumartesi, Kutsal Cumartesi. Antakyalı Ortodokslar için Nur Cumartesisinin karşılığı olan: Sabt’al Nour. Paskalya Pazarı’ndan önceki cumartesi olarak Paskalya Cumartesi’si olarak da bilinen bugün, bekleyişin günüdür. Büyük Cuma – Cınnez günü mezara defnedilen Mesih’in ölümü ile ölülerin arasına ineceğini ve ölümü ölümle yenmesiyle müjdelenecek yeni yaşamın bekleyişidir bu.


Bu bekleyiş aynı zamanda bayram gününe bir hazırlıktır. İnsanlar kendilerini, kiliseleri, evleri gelecek olan bayrama hazırlarlar. Bunlardan ilki bu cumartesi sabahı yapılan Gar yani Defne Ayinidir. Defne yaprağı galibiyetin, kahramanlıkla gelen erdemin sembolü olması sebebiyle Roma Dönemi boyunca mücadelelerden muzaffer çıkmış hükümdarların yollarına defne yaprakları serilirmiş, işte bugün de Ortodokslar ölümü ölümle yenerek galibiyet ile gelecek hükümdarlarını karşılamak için kiliselerin dört bir yanına defne yaprakları serpeler. Defne yaprağı aynı zamanda yaz – kış yeşil kalması ile ölümsüzlüğü sergiler ve bu yüzden de dirilişi ile ölümü yenerek ölümsüzlüğe erişen kurtarıcılarını defne yaprakları ile karşılarlar.


Abuna (Papaz) bir yandan defne yapraklarını coşkuyla ve bekleyişin heyecanı ile serperek dört bir yanı galibiyetin, ölümsüzlüğün sembolü ile süslerken bir yandan da müjdelenecek olanın bekleyişi ve umudu ile koro ile karşılıklı şu mısraları tekrar eder:

“Qum Ya Allah wa’hkum fi al'ard lannk trth camie al'umam”[i]

 

Abuna bu ilahi eşliğinde defne yapraklarını kilisenin dört bir yanına serperken insanlar da secde ederek ellerini açıp bu yaprakları yere düşmeden havada yakalamaya çalışırlar. Bu biraz da cumartesi günü boyunca bekleyişin umudunu, bekleyişin sonunda gelecek müjdenin bereketini ve yaprakların temsil ettiği ölümsüzlüğün galibiyetini; coşkusu düşmeden havada yakalamak ve yanında, evinde taşıyabilmek içindir.

 

Sabah tamamlanan Gar Ayini’nin ardından gelecek olan umudu bekleyiş yerini gelecek olanın hazırlıklarına bırakır. Kilisede sabahın ilk saatlerinde dört bir yana serpilerek gelecek olan müjdenin ve umudun bekleyişin de ilk hazırlıklarını başlatan defne yaprakları; insanlarla beraber birer birer evlere giderek bu bekleyişi ve hazırlıkları da beraberlerinde yayarlar dört bir yana…

 

Henüz sabahın ilk saatlerinde, tencerelerde lebnÎ ve sütlaçlar kaynamaya başlar. İkisi de Antakyalı Ortodoks evlerinin paskalya zamanı sofralarından eksik olmayan yemekleridir. Bu kadar önemli olmalarının sebebi ise ortak özelliği olan renkleri: beyazlıklarıdır. Beyazlıkları ile müjdeyi, onunla beraber inen Nur’u temsil ederler. Kudüs’te Mesih İsa’nın mezarının olduğu kiliseye inen kutsal ateşle beraber kiliselere nur’u yayılırken evlerde de yaşatılan bu gelenek ile nur yayılmaya başlar.

 

Özellikle de lebni, yani yoğurt çorbası, Gar ayini dönüşü henüz gün tamamen başlamamış, hazırlık telaşları kalabalıklaşmamışken yapılır. Kimse lebnÎikaynayıp pişene kadar onun olduğu yere girmez kapının önünden geçmez hatta evin kadınları tarafından ya Cınnez dönüşü cuma gecesi ya da ev halkı Gar Ayininde iken evde tek başına yapılır çünkü yoğurt göz kaldırmaz ve göze geldi mi kesilir. Bayram törenlerinde de gördüğümüz inanç ve yaşam arasındaki bu sıkı bağ burada da kendini gösterir ve mutfağa, mutfak kültürüne kadar sirayet eder.

 

Günün ilerlemesi, hazırlıkların artması ve telaşın kalabalıklaşması ile yumurta boyama heyecanı başlar evlerde. Paskalya’nın en önemli sembollerinden biridir bu. Bu konuda anlatılan birçok inanış vardır. İnanışın birinde Mesih İsa’nın dirildiği müjdelenen Meryem Ana bu sözler karşısında “Eğer doğru söylüyorsan bu yumurtalar kan kırmızı kesilsin” diyerek gösterdiği bir sepet yumurta anında kan kırmızı kesilmiştir. Bir diğer inanış ise buna yakın olarak kralın huzuruna çıkarılan Mecdelli Meryem’e bir mucize yapması söylendiğinde bir sepet yumurtayı Mesih’in kanı diyerek ellemesi ile kırmızıya boyamıştır.

 

Bu tarz inanışlar ve anlatılar bölgeden bölgeye değişiklik gösterse de en genel ve simgesel inanış yumurtanın cansız bir varlık iken hiçbir dış müdahale olmadan tamamen içinden bir can çıkmasının taşıdığı anlamdır. Bu aynı zamanda Mesih’in dirildiği müjdelenirken “Öğrencileri dışardan mezarı açarak onun cenazesini çaldılar.” diyerek yalanlamaya çalışan kahinlere, dışarıdan bir müdahaleleri olmadan Mesih’in mezarın içinden Allah’ın kudreti ile kendi başına can bularak çıktığının mesajıdır. Yumurtanın kabuğu mezarı, beyazı sarıldığı kefeni, sarısı güneş gibi etrafa yaydığı nuru temsil ederken kanını temsilen de genellikle kırmızıya boyanır.

 

Hatta eskiden sadece kırmızıya boyanan yumurtalar için soğan kabukları cuma veya perşembe gecesinden suya konur, rengini salması için cumartesi sabahına kadar beklenir. Kabukların iyice rengini saldığı bu suyun içinde yumurtalar haşlanarak kırmızı rengi verilir. Maydanoz, nane zeytin veya çiçek yaprakları da su ile üzerine tutturulup mus çorapların içine koyularak kaynatılması ile de desenler elde edilir. Bu gelenekler hala devam etse de herkesin ortak kullandığı belli bir kumaş boyası markası ile başlayan farklı renkler ve desenler, özel boyaların, süslemelerin gelmesi ile de paskalya yumurtalarını daha da süsledi, renklendirdi.

 

Bu hazırlıklar tabii ki bugünle sınırlı kalmaz, kalamaz. Günler öncesinden hatta mevsimler öncesinden başlar bayram hazırlıkları. Şa’nini ile başlayan hafta ille beraber evlerde de fırınlarında da ortak bir trafik başlar. Haftanın başlaması ile herkes kahke, köbme, ma’mul ve oruk yapacağı günü belirlemeye başlar. Birbiriyle yakın olan komşular, akrabalar, dostlar da bu tarihleri özellikle birbirine duyurur ki aynı güne denk gelmeden sırayla birbirlerinin gününde yardımlaşabilsinler. Aynı matematik bir yandan da fırınlar arasında yapılır, mahalle fırınının da o günkü yoğunluğu, kimleri kabul ettiği de takip edilir ki ne tepsilerde ne de pişirimde bir eksiklik, aksaklık çıkmasın.

 

O gün geldi mi herkes bir evde toplanır, sabah kahvesi ile güne başlar, günün planını yaparlar. Kahvenin hemen ardından gün çok hızlı başlar, hazırlıklar başlar: bir yandan hamur yoğruldukça etrafı mayt’al zahr (çiçek suyu) kokusu yayılırken bir yandan da fırından her biri bir metreyi aşkın büyük siyah fırın tepsileri gelir, temizlenir ve hazırlanır. (Tepsilerin temizliği dahi fırın seçiminde bir kriterdir (!)) Şarkılar, sohbetler, gülüşler içinde cevizli, hurmalı, sade kahkeler yapılır ve tahta kalıpların masaya vuruşunun belirlediği ritimle de tepsiye dizilir. Hepsinin ayrı bir adı, şekli ve tadı vardır: cevizli, ma’mul; hurmalı, siwa; sade de şeklinden dolayı simittir. Paskalya ’ya özel bir tepside bir yer daha açılır bu bayram kahkelerinin yanına: yumurtayla beraber yenmesi için yapılan şekersiz sade simit (ki kendisi herkesin değerini bilmediği ama çok kıymetli bir kahkedir).

 

Her fırının saati bellidir, hangi saatte köze düşer hangi saatte ateşlenir ise ona göre de tepsilerin götürülme saati belirlenir. Kahkeler yavaş yavaş, güzelce ve yanmadan pişmesi için ateşin düştüğü saatlerde götürülür. Herkes de aynı saatte getireceği için sanki aralarında anlanmışçasına tepsilerine birer işaret bırakırlar ve bütün bir emeği fırına emanet ederler. Nar gibi kızarması iyice pişmesi gereken oruklar ise bakır tepsilere koyulup tereyağı sürülerek ateşin kuvvetli olduğu zamanlarda götürülür fırınlara.

 

O gün fırınlardan bayramın kokusu yayılır mahallelere, oradan da şehrin dört bir tarafına. Tüm şehir anlar ki bayram gelmiştir komşunun evine, bu yüzden de fırınlar tembihlenir ki gelen olursa kendi tepsisinden kahke ikram edilsin yayılan kokunun yanında kahkelerle beraber de yayılsın bayramın bereketi.  

 

Gününde boyanıp süslenen yumurtlar, günler öncesinden hazırlanmış kahkeler, mevsimler önce mevsiminde hazırlanmış kabak, patlıcan, turunç reçelleri ve vişne, fulya, böğürtlen likörleri; açılan bayram sofrasında tüm renkleri ile bu toprakların insanları gibi bir araya gelir. Bayram boyunca açılan bu masa hiç kapanmaz, gelen her misafirle beraber bereketlenir ama hiç eksilmez.

 

Bayram sofrası kurulmuş bayramla beraber eve gelecek neşeyi; lebnÎ, oruklar ve daha niceleri de herkesi bir araya getirecekleri bayram yemeğini hazır bir şekilde beklerken ev halkı da bayramı kutlamak üzere kiliseye yola çıkarlar. Kimi kiliselerde bu Paskalya Pazarı sabaha karşı gün doğumundan önce başlarken kimi kiliselerde cumartesiyi pazara bağlayan gece başlar ama heyecan hep aynıdır. Aynı kapıdan da çıksa farklı mahalleden de çıksa birbirini bilen insanlar aynı amaçla kilise yolunda bir araya gele gele “her sene bugünlere” temennilere ile kiliseye varırlar.

 

Sabah ayininde defne yapraklarıyla süslenmiş kiliseye insanların da gelmesiyle beraber bekleyişin heyecanı daha da artar. Tören, eski ahitten kutsal sözlerin okunması ile başlar ve devam eder.

 

Abuna’nın (Papaz) heykeldeki kandilden mumunu yakıp heykelin önüne çıkmasıyla berber bekleyişin heyecanı içindeki cemaat de elindeki mumları yakmak üzere Abuna’ya doğru gelir ve bu sırada korodan şu ilahi okunur:

 

“Helummu ğuzu nuren minel nuril lezi”[ii]

 

Bu tören, Mesih İsa’nın dirilmesi ile beraber mezarında dirilişini müjdeleyen Melek’in saçtığı ve müjdeyle beraber tüm insanlığa yayılan Nur’u temsil eder. Herkes mumunu bu ateş ile yakar ve Nur’u evlerine taşımak üzere ayin boyunca mumlarını hiç söndürmeden evlerine götürürler.

 

Herkes mumunu yakıp nurdan nur aldıktan sonra ayin devam eder. Abuna elinde İncil ve Diriliş İkonası ile heykelden çıkarak ellerinde mumları ile cemaat ve koro eşliğinde kilise içerisinde üç devre dönerler:

 

“Bi kıyametek eyyuhelmesih ilehuna

Meleike fi seme yusebihun

Amma nehnul lezina elalard

Bi kulubin nakiya leke nu mejit”[iii]

 

Bu ilahi eşliğinde kilise içerisinde üç tur atıldıktan sonra hep birlikte kilise dışına çıkılır ve bahçeye kurulan kürsü üzerinde tören devam eder. Markos İncil’inin son pasajının da okunmasının ardından Abuna (Papaz) dirilişi ilan eder ve Diriliş İkonasını çevreleyen ışıklar yakılır:

 

“El Mesih Kam! Hakkan Kam![iv]

 

Bu müjdeyi ilan eden sözlerin ardından Abuna ve koro yavaş bir makamda, Arapça ve Rumca olarak Mesih’in dirilişini müjdeleyen ilahiyi söylerler:

 

“ El’ Messih kam min bayn’il emwat

Wawate al’mawt bi al’maut

Wa wahabe al’hayata lilethene fi el’qubuur”

“Hristos anesti ek nekron

Thatnato thanaton patisas

Ke tis en tis mnimasii zoin harisamenos”[v]

 

Bu ilahinin Arapça ve Rumca olarak üç defa yavaş makamda okunmasının ardından Abuna veya bir Koro üyesi yüksek sesle Arapça olarak “Heze huvel yevmul lezi sana3ahul rab, li nefreh ve netehellel bihi” yani “Bugün, Tanrı’nın bahşettiği gün! Sevinelim ve coşkuyla kutlayalım!” demesiyle beraber cemaatin de katılmasıyla beraber aynı ilahi çok daha büyük bir sevinç, hız ve coşku ille söylenmeye başlanır.

 

Bu coşkunun ilk anıyla beraber maytaplar yakılır, hava-i fişekler patlatılır ve kuru sıkı – oyuncak silahlar sıkılarak ilahiye eşlik eden coşku da katlanır. Bu ilahinin defalarca kez ama coşkusundan hiç kaybetmeden okunmasının ardından Abuna İncil ile kürsüden inerek yine en başta gelindiği gibi koro ve cemaat eşliğinde ama bu sefer “Mesih Kam” ilahisi ile kilisenin kapısına gidilir.

 

Killise’nin kapısı ve ışıkları kapalıdır ve burada dirilişle beraber Mesih’in kapılarını açtığı ve başlattığı yeni hayatın temsili yapılır. Bu geleneğin bir diğer anlamı ise Roma Dönemi’nde zafer kazanan komutanların şehrin girişinde kapatılan kapıların onun girişi ile açılarak kutlamaların başlamasıdır. Abuna (Papaz) da ölümü ölümle yenerek muzaffer bir şekilde yeni hayatın kapılarına dayanan Mesih İsa’yı temsilen kapıya üç kere vurur; bütün ilahiler durmuş, insanlar susmuş, sessizce kapının önünde beklemektedirler ve Abuna (Papaz) seslenir:

 

“İrfe3u eyyuhel ru-ese-u ebvebekom vertefi3i eyyetuhel ebvebul dehriyye li yadğole melikel Mejd”[vi]

 

İçerde bekleyip kiliseyi bu temsile hazırlayıp kapıları kapatarak bu anı bekleyen kişi ise cevap verir:

 

“Men huve heze Melikul mejd?”[vii]

 

Bu diyalog üç defa gerçekleşir: kapıya vurur, içeri seslenir ve içerden cevap gelir. Üçüncü tekrarın sonunda, içerden son kez aynı cevap geldiğinde Abuna (Papaz) bu sefer daha güçlü bir şekilde seslenir ve aynı şekilde son bir kez kapıya daha vurur:

 

“Huvel Rabbul 3azizul  jabbar, el Rabbul jabbaru fil kital. Erfe3u eyyuhel ru-ese-u ebvebekom vertefi3i eyyetuhel ebvebul dehriyye li yadğole melikel mejd.”[viii]

 

Belki de Paskalya töreni içerisindeki en görkemli ve herkesin her yıl izlese de her daim en önden izlemek istediği bu temsille beraber Abuna’nın (Papaz) son sözlerinin ardından son vuruşuyla kapılar ardına kadar açılır ve “Mesih Kam” ilahisinin tüm coşkusuyla, ellerinde mumlarla beraber karanlığı aydınlatan cemaatle beraber kilise aydınlatılır ve ilk dakikadan başlayan bayramlaşmalar eşliğinde Bayram Komünyonu Töreni’ne kadar ayin devam eder.

 

Bayram Komünyonunun da alınmasıyla beraber elli günlük büyük oruç da son bulmuş olur. Büyük Oruç boyunca hayvansal tüm gıdalardan uzak kalmış cemaat kutlamalar eşliğinde kilise bahçesine bayramın ilk bayram sofrasını kurar ve hep birlikte kilisenin çatısı altındaki kocaman bir aile olarak bu sofrada bir araya gelerek oruçlarını açarlar. Coşku, neşe, sevinç ve sevgi bu masalardan hiç eksik olmaz. İlahiler eşliğinde tokuşturulan ve hatta bir yarışa dönüşen yumurtalarla beraber her bir köşeden aynı sözler yükselir: “Mesih Kam, Hakkan Kam”

 

Bu sözler bayramlaşmanın, selamlaşmanın, kutlamaların ve hatta hüznün, taziyelerin sözleridir. Bu sözler bir yeniden doğuşa ve ölümün içinden daha güçlü bir şekilde yeniden yaşama doğmaya olan inancın ve umudun sözleridir.

 

Gün gelecek bu sözler; ölümün, yıkımın ve matemin içinden doğrulup yaşama, dirilişe ve sevince daha da görkemli bir şekilde doğacak olan şehrimizin semalarında yeniden yankılanacak ve anlamına güç katacak. O güne kadar gelecek olan dirilişin umudu ve bekleyişin sabrı bizlerle olsun:

 

Mesih Kam!



 


[i] “Kalk, Ey Tanrım, yeryüzüne hükmet: çünkü sen tüm ulusları miras alacaksın”

[ii] “Geliniz ve nurdan nur alınız!”

[iii] “Dirilişinle ey Mesih İlahımız, melekler göklerde söyler ilahi

Ama biz yerdeki kulların iman dolu kalplerimizle

Sana mejd olsun…”

[iv] Mesih İsa dirildi! Gerçekten dirildi!

[v] “Mesih ölülerin arasından dirildi

Ölümü ölümle yendi ve

Kabirde olanlara yaşamı verdi”

[vi] “Kaldırın başınızı, ey kapılar!Açılın, ey eski kapılar!Yüce Kral girsin içeri!”

[vii] “Kimdir bu Yüce Kral?”

[viii] “O, güçlü ve yiğit olan her şeye egemen Rab’dirSavaşta yiğit olup ölülerin arasından gelen Mesih’tir o Yüce Kral!”

 

79 görüntüleme

Bu platformun kendine ait resmi bir görüşü yoktur. Bu oluşum içerisinde yer alan tüm yazılar yazarların şahsi görüşüdür.  Okuduğunuz bu yazının yayın hakları nehna.org’a aittir, ilkelerimiz gereğince sitemizdeki yazıların paylaşılmasında bir sakınca görmüyoruz. Ancak paylaşım yapılırken evrensel basın ilkelerine riayet edilmesi, yazının ilk olarak nehna.org sitesinde yayınlandığına ilişkin ibare bulunması ve yazarın isminin anılması hususlarına dikkat edilmesini önemsiyoruz.

bottom of page