Yusuf Gasseloğlu aslen Gümüşgözeli (Yakto) bir doktor. Kendisi geçtiğimiz aylarda herkesçe bilinen Küçük Prens adlı romanın Latin harfleriyle Arapça çevirisini yaptı. Kitap Sivil Düşün’ün Anadolu Dillerinde Küçük Prens projesi kapsamında gerçekleşti. Bu vesileyle Gasseloğlu’yla kitabı vesilesiyle, Antakya’yı, depremi ve bölgemizde Arapça’nın durumu konuştuğumuz bir söyleşi gerçekleştirdik.
Röportaj: Mişel Uyar
Merhabalar, Nehna'ya sizden gelen bir mesajla çok heyecanlandık. Küçük Prens'in Latin alfabesiyle Arapça çevirisini yaptığınızı öğrendik. Öncelikle bizimle görüşmeyi kabul ettiğiniz için çok teşekkür ederiz. Antakyalısınız, doktorsunuz… Çalışma hayatınıza Antakya bölgesinde mi başladınız?
Ben mezun olduktan sonra Muş Malazgirt'te mecburi hizmetimi yaptım. Ardından Mustafa Kemal Üniversitesi'nde uzmanlığımı aldım. Göz hastalıkları uzmanıyım. Daha sonra 2,5-3 sene yine mecburi hizmet olarak Şırnak'ta çalıştım. Ardından kurum içi atamayla Samandağ'a geldim.
Depremden önce mi geldiniz?
Evet, yaklaşık 6 yıldır Samandağ'da çalışıyorum.
Konumuz Küçük Prens kitabının çevirisi ancak depremle ilgili söylemek istediğiniz bir şey var mı?
Deprem için öncelikle bütün vefat edenlere Allah'tan rahmet diliyorum. Halen tedavi almakta olanlar var. Onlara da Allah'tan şifa diliyorum. Çok büyük bir kayıp oldu bizim için. Sevdiklerimizi kaybettik, canlarımızı kaybettik, şehrimizi kaybettik. Depremde en çok ağır yara alan şehir Antakya oldu. Neredeyse %90'ı yok oldu. Mekânlarıyla, hafızasıyla şehrin yeniden imar edilmesi için uzun bir süre gerekiyor, öyle görüyorum maalesef. Umarım hep birlikte el ele vererek şehri yeniden kalkındırmaya çalışırız. Temennim bu şekildedir.
“Antakya binlerce yılın birikimi olan bir şehir”
Ne yazık ki Antakya'ya her geldiğimde daha da kötü halde görüyorum ve üzülüyorum…
Çünkü bu şehir 10 yıl önce 20 yıl önce kurulmuş bir şehir değil. Binlerce yılın birikimi olan bir şehir. Halen üzerinde iskân olan nadir tarihi şehirlerden bir tanesi. Katman katman her döneme ait kalıntılar bulabiliyoruz, yazıtlar bulabiliyoruz, tarihi eserler bulabiliyoruz. Binlerce yıldır halen burada yaşayan toplumlar var. Bu anlamda Antakya özel bir şehirdir. İnşallah hep birlikte el ele vereceğiz ve tekrar bu şehri imar edeceğiz.
Şehirde geziyorsunuz, her yer toz, her yer yıkıntı. Hala şehir içinde yaşayanlar için çok ciddi bir hayati riskler taşıyor.
Yani hakikaten zor. Herkes için çok zor. Umarım en kısa zamanda atlatacağız.
Nehna olarak bu kitabı görünce gerçekten çok sevindik. Antakya bölgesinde en yaygın konuşulan dillerden birisi Arapça. Arapça konuşma dili olarak çok yaygın ama yazı dilinde, edebi dilde bir karşılığını göremiyoruz. Çünkü ne yazık ki insanlarımız okuma yazma bilmiyor. Geçmişte belki büyüklerimiz, yaşı ilerlemiş insanlar veya dini görevliler dışındakilerin neredeyse hiçbiri artık Arapça okuma yazma bilmiyor. Tüm bu olumsuz duruma rağmen Küçük Prens’i Latin alfabesiyle Arapça çevirisini yaptınız.
Aslında şunu belirtmek lazım. Arapça çok özel bir dil. Bildiğiniz üzere Arapça, Arap harfleriyle yazılır ve okunur. Yani bu tarih boyunca dönem dönem tartışılmıştır. Latin harfleriyle yazılır mı, yazılmaz mı? Genel olarak buna çok sıcak bakılmamaktadır. Sebebi de Arapçanın kendine has seslerinin olmasıdır. Arapçanın diğer bir adı da Lugat ıt dhat’tır. Dhat dili denilir. Dhat harfi bütün dünyada sadece Arapçada olan bir ses. Bu bile başlı başına bir örnektir. Bu sebepten ötürü aslında Latin harfleriyle yazıma çok sıcak bakılmamaktadır. Ancak bahsettiğiniz olumsuz durumu toplum olarak bir şekilde aşmamız gerekiyor. Ve ara çözüm olarak bu şekilde, Latin harfleriyle yazmaya karar verdik.
Latin harfleri Arapçayı kısıtlıyor mu peki?
Kısıtlar. Muhakkak kısıtlar. Kitabın çevirisini yaparken de yaşadığımız en büyük tereddütlerden bir tanesi de buydu. Acaba anlam kaybı olur mu veya biz bunu nasıl aşabiliriz? Çünkü en ufak bir nokta bile Arapçada farklı bir kelime veya farklı bir anlama dönüşebiliyor.
Burada bizi kurtaran şey ise günlük konuşma dilinde yazıyor olmamız. Günlük konuşma dilinin daha az kurallı oluşu bize özgürlük alanı, genişlik sağladı. Son yıllarda sosyal medyayla daha çok haşır neşir olduk. Mesaj atacağımız zaman hızlıca bir şeyler yazmamız gerekiyor. Yazarken kurallara genelde bakmıyoruz. Bu alan sayesinde biz Latin harfleriyle çok daha seri bazı şeyleri yazabiliyoruz. Arapça okuma yazma bilmeyen kişiler için bu bir kolaylık.
Latin alfabesinde olmayan bazı Arapça seslerin rakamlarla veya farklı harflerle sembolize edildiğini görüyoruz.
Evet, kitapta da aynı tekniği uyguladık. Örneğin Arapçada kef ve kaf harfleri vardır. Bildiğimiz k harfini biz kef olarak aldık. Kaf harfi için de k'nin altına nokta koyma suretiyle simge olarak bu şekilde kullandık.
“Önemli olan Arapça okumayı ve yazmayı bilip onun üzerinden yola devam etmektir.”
Latin harfleriyle Arapça yazma biraz daha evrenselleşmiş gibi. Mesela Lübnan ve Suriye'dekiler de aynı şekilde kullanıyorlar herhalde.
Benzer şekillerde kullanıyorlar ama evrenselleşmiş noktasında yine de bazı harfler için farklı kabuller ve tartışmalar var. Son yıllarda internet çağıyla birlikte tüm dünyada gençler arasında yaygın bir şekilde Latin harfler kullanılıyor. Ama geleneksel olarak bu tartışmalı bir konu. Önemli olan Arapça okumayı ve yazmayı bilip onun üzerinden yola devam etmektir. Bunun bir geçici çözüm olduğu, bir ara çözüm olduğu muhakkak unutulmamalıdır.
Siz Arapça okumayı yazmayı ne zamandır ve ne kadar biliyorsunuz?
Ortalama diyebiliriz. Ben çocukluğumdan beri okuma biliyorum. Yazım daha zayıf idi. Okuma biliyorum ama hep aklımda Arapça seviyemi artırmak vardı. Açıkçası yaklaşık 4 sene önce kardeşimin eşi hamile kaldığında aklıma yeğenime ne miras bırakabilirim diye bir soru düştü. Bırakabileceğim en iyi mirasın maddi değil elbette manevi miras olduğunu düşündüm. En güzel manevi miras da ana dil olacaktır. Ben yeğenime Arapça öğreteceğim ama benim Arapçam ne durumda? Zaten yıllardır bu sorun hep aklımdaydı. Bir ara oturup Arapçamı daha iyi bir seviye getireceğim gibi düşüncelerim vardı. Fırsat bu fırsat dedim ve yaklaşık 4 yıldır çalışıyorum.
Kendiniz mi çalıştınız, bir kursa gittiniz mi?
Kendim de çalışıyorum. Online bir kursa da katıldım. İkisini birlikte götürdüm. Arapça dil bilgisi, okuma ve yazma konusunda gün gün kendimi geliştirdiğimi düşünüyorum. Kısa zamanda edebi ve teknik konularda tartışabilecek seviyeye gelmeyi umut ediyorum. Herkese de muhakkak çalışmalarını tavsiye ederim.
Ne yazık ki ülkemizde Arapça hep İslam’la bağdaştırılıyor. Arapça konuşan herkes inançlı bir Müslüman olmak zorunda gibi düşünülüyor. Ama aslında Arapça çok geniş bir coğrafyanın konuştuğu dil. Yüz milyonlarca insanın konuştuğu ve içerisinde Alevisi, Sünnisi, Hristiyanı, Yahudisi birçok insanın konuştuğu ortak bir dil. Bunu sadece İslam’la bağdaştırmak aslında dile de bir kısıtlama getiriyor. Ülkemizdeki kurslarda genelde dini temelli Arapça dersleri veriliyor. İnsanlar din temelli olmayan kurs veren mekân bulmakta zorlanıyor. Siz böyle bir zorluk yaşadınız mı? Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Evet, tek bir alana sıkıştığını ben de gözlemliyorum. Arapça sadece dinle ilişkilendiriliyor. Aslında şöyle düşünmek lazım; Arapça şu an Birleşmiş Milletlerin altı resmi dilinden bir tanesi. Edebiyat, sanat, felsefe, hukuk, tıp, tarih, astronomi, bilim vb. aklınıza hangi alan gelirse gelsin, Arapça bilmediğiniz vakit o alanla ilgili masanın bir ayağı eksik oluyor. Yüzyıllar boyunca Arapça dünyadaki en önemli dillerden biriydi ve halen de böyle. Arapça halen önemini korumaktadır. Dolayısıyla dili sadece tek bir alana sıkıştırmamak gerekiyor. Eğitim noktasında ise hem insanların ilgisi azaldı, hem de okuma kursları verebilecek yerler azaldı veya yok. Birbirini besleyen bir süreç diye düşünüyorum. Ve bu ilgi azlığı son yıllarda ortaya çıktı gibi görüyorum. Kurs vb. ararken burada önemli olan okumayı öğrenmektir. Kişi daha sonra dilerse ilgisini çeken alanda kendisini geliştirecektir.
Çocukluğunuzda ailenizde genelde Arapça konuşuluyordu değil mi?
Kesinlikle evet.
“Çevremde Arapça 5-10 sene gibi yakın bir gelecekte maalesef yok olma noktasına gelecek.”
Çevrenizde nasıl peki şu anda? Günlük hayatta Arapça konuşuluyor mu? Siz nasıl görüyorsunuz Arapçanın bölgedeki gidişatını?
Çocukluğuma kıyasen; ailede konuşulsa da etrafta gittikçe çok daha az konuşulduğunu gözlemliyorum. Bunun birçok sebebi vardır elbette. Ancak 5-10 sene gibi yakın bir gelecekte yok olma noktasına gelecek. Bu maalesef çok üzüntü verici bir durum. Hızlı bir şekilde gerekli çözümleri hayata geçirmeliyiz diye düşünüyorum.
Yakın geçmişte ve günümüzde büyüklerimiz, anne babalarımız Arapça öğretmeyelim Türkçesi bozulur gibi ne yazık ki yanlış bir mantıkla bize Arapça öğretmediler ya da öğretmek istemediler. Bizim aksanımızın bozuk olmasının sebebinin aslında doğru şekilde Arapça ve Türkçeyi öğrenmediğimizden olduğunu düşünüyorum. Bu da anadilde eğitimden geçiyor.
Bir dille ilgili eğer yeterince emek harcarsanız, o dil üzerine iyi bir eğitim alırsanız o dili neredeyse ana diliniz gibi konuşabilirsiniz veya doğal konuşucuları gibi konuşabilirsiniz. İkinci bir nokta var, bir dili bilmek diğerini bozmuyor. Aslında o dilin bozuk olmasının sebebi o dille ilgili olan eğitimin ve çabanın eksik olması. Üçüncü durumda ki bu algı ülkemizde çok yaygındır: ‘’Bir dili konuşuyorsan aksansız konuşman gerek’’ fikri. Bu da dili öğrenirken bize büyük bir zorluk çıkarıyor aslında. Yani bir buçuk milyar nüfusa dayanan Hindistan'daki insanlar İngilizce konuştuğunda kişiyi biz hiç görmesek bile konuşanın aksanından Hintli olduğunu anlıyoruz. Çünkü Hint aksanı ile İngilizce konuşuyor. İspanyollar veya Fransızlar için de geçerli bu durum. Amerikan aksanı var. İngiliz aksanı var. Fransız aksanı var vb örnekler çoğaltılabilir. Dolayısıyla aksana yönelik ülkemizde yerleşen bu algıdan ötürü biraz dil eğitimimiz sekteye uğruyor diye düşünüyorum. Eğitimciler muhakkak daha derinlemesine analizler yapacaktır ama benim kişisel gözlemim bu şekilde.
İnsanlar sanki aksanlı konuşunca eğitimsiz insan, kötü vatandaş olarak algılanıyor. Hâlbuki dediğiniz gibi biz doğru Arapça öğrenip aynı zamanda aksanlı bir Türkçe’yle konuşabiliriz. Bu gayet normal bir şey. Gayet insani bir konu. İnsan aksanlı konuşunca ona gülünecek, onunla dalga geçilecek bir utanç konusu haline geliyor. Gerçekten son dönemde özellikle bu konuda çok fazla sosyal medya üzerinden bölgenin toplumunu, toplumun içinden gelen insanlar bu durumu bir mizah unsuru haline getiriyorlar. Elbette bu konunun mizahı olabilir ama aksanlı konuşmak kişinin utanması gereken bir durum olduğunu göstermiyor.
Evet adına mizah denilen bu utanç tablosu son birkaç yılda bu arttı. Burada ben şu noktayı eleştiriyorum. Aksanlı konuşmadan ötürü bir mizah belki yapılabilir. Yapılıyor. Bunun sayısız dizi, film örneği de var. Yine Antakya özelinde çok sayıda takipçisi olmaya başlayan ve gün geçtikçe daha fazla ilgi toplayan influencerlar, youtuberlar var. Burada benim eleştirdiğim nokta aksanlı konuşmadan ziyade yanlış konuşma.Yanlış konuşmadan kastım, cümleye Arapça başlayıp Türkçe devam ediyorlar veya tam tersi Türkçe başlayıp Arapça devam ediyorlar. Evet böyle “yarım yarım” konuşan insanlar var ve bu maalesef her iki dile de zarar veriyor. Özellikle kaybolmaya yüz tutmuş Arapçaya daha çok zarar veriyor. İnfluencerların da bunları tekrar etmesi bir pekiştirmeye sebep oluyor. Bu da bir olumsuz pekiştirme ve yanlış bir şey. Eleştirdiğim nokta bu. İnfluencerların bu konuda kendilerini sorumsuz hissetmemesi gerekiyor.
Ülkemizde anadilde eğitim yok. Anadilde eğitim veren okullar olsaydı sizce hem Türkçe hem de Arapça daha doğru konuşulur muydu?
Kesinlikle. Türkçe daha doğru konuşuluyor zaten. Arapça da aynı şekilde daha iyi ve doğru konuşulurdu. Bir dilde okuma ve yazma öğrenmek o dili kesinlikle geliştirecektir. Bu soruyla bağlantılı olarak ilkokul öncesinde ne yapılabilir sorusu geliyor aklıma. Aileler yabancı dili daha iyi öğreneceklerini umarak çocuklarına ilkokul çağından önce İngilizce veya başka bir yabancı dil öğretmeye çabalıyor. Buradaki temel nokta o dile verilecek olan emek ve kaliteli bir eğitim. Emek olduğu sürece ister Arapça olsun ister başka diller olsun elbette ki gayet düzgün bir şekilde konuşulabilir. Arapça özelinde ise ilkokuldan önce sadece anadilin öğretilmesi taraftarıyım. Birçok dil bilimcinin tavsiyeleri de genelde bu doğrultuda. Anne-babaların çoğu dil bilimci veya bu konuda uzman eğitimci değil. Dolayısıyla iki dili aynı anda götürmek zor oluyor. Sonuç olarak ‘Yarım Yarım’ konuşan insanlar artıyor. Bunun olumsuz örneklerini çok yaygın şekilde görmekteyiz.
“Bir dünya klasiğinin kendi lehçemizde olması ilgiyle karşılandı.”
Gelelim kitaba. Nasıl oldu bu süreç? Küçük Prens’i çevirme hikayeniz nasıl başladı?
Son birkaç yıldır Arapça üzerine çalışıyorum. Bu süreçte kitap okuma, bazı edebi eserleri bulma ihtiyacı hissettim. Özellikle bizim lehçemizde sınırlı ürün olduğunu fark ettim. Daha sonra tesadüfen sosyal medyada “Anadolu Dillerinde Küçük Prens” isimli bir projeyle karşılaştım. Ermenice, Lazca, Hemşince gibi kaybolmaya yüz tutmuş dillere çevrisi yapılmış olan Küçük Prens’in Arapçasının olmadığını gördüm. İlgili proje kapsamında talepte bulundum. Süreç o şekilde başladı.
Onlar size dönüş yaptılar değil mi?
Evet, kendileri dönüş yaptılar. Arapçası yok ama yapılabilir dediler. Bu konuda katkı sağlayabilirim; bizim lehçemizden, Antakya’mızdan bir şey olsun düşüncesiyle destek olabileceğimi söyledim. Ben tercüman değilim, yazar veya dil bilimci değilim. Bu alanda çalışmıyorum dolayısıyla biraz tesadüfen oldu. Bu şekilde çalışmaya başladım. Onlar da sağ olsun bana yardımcı oldular ve karşılıklı bu süreci yürüttük.
Bu arada bu projenin hazırlanmasında Sivil Düşün’ünün destekleriyle projenin oluşturucusu Özlem Durmaz’a ve tercümede emeği geçen Salih Kocaoğlu’na teşekkür etmek isterim.
Çeviriyi hazırlarken yardım aldınız mı? Anlamını bilmediğiniz kelimeler olduğunda nasıl çözdünüz bu konuyu?
Kitabın hazırlığının bir kısmında arkadaşım Salih Kocaoğlu ile çalıştık. Kitabın yaklaşık yüzde altmış kadarını birlikte hazırladık. Arkadaşım denizci, uluslararası sularda gemi kaptanı. İşinden ötürü şehirden ayrılmak zorunda kaldı. Sonrasında ise baştan sona kitabın tekrarı ve nihai hali benim elimden geçti. Bu noktada biz kitabı sade ve günlük konuştuğumuz dilde yazmayı hedefledik. İşin açığı çok zorlanmadık. İstediğimiz anlamı rahatlıkla bulduk. Hatta bu vesileyle lehçemizin zenginliğine bir kez daha hayran kaldık diyebilirim. Sadece bazı kelimeleri, teknik terimleri sözlük yardımıyla çevirip kitaba koyduk. Yine ara ara etraftan, aile büyüklerinden bazı kelimelerin daha sade ve doğru halini bulabilme adına destek aldık.
Elimizdeki çeviriyi orta halli Arapça bilen birisi biraz çabayla okuyabilir diye düşünüyorum. Biz bunu çok kıymetli buluyoruz. En azından bölgemizde kullanımı yavaş yavaş azalan anadilimiz ile ilgili böyle bir çalışma yapılması belki ufak da olsa bu sürece bir katkıda bulunur. Belki de insanlarda ufak da olsa bir heyecan yaratır ve belki de önümüzdeki süreçte başka projeler için bir adım olur. Sizin de elinize sağlık, çaba harcamışsınız, bayağı uğraşmışsınız ve Küçük Prens’i en azından Türkiye'de ki Arapça okuma yazma bilmeyen ama konuşabilen insanların faydalanabileceği bir eser haline getirmişsiniz.
Evet beklenilenden fazla bir heyecan yarattı diyebilirim. Bir dünya klasiğinin kendi lehçemizde olması ilgiyle karşılandı. Kendi lehçemizde çok daha fazla yayın yapılmasını temenni ederim. Bu konuda çok ilgili ve tecrübeli kişiler var. Gençler arasında maalesef Arapçanın imajı çok kötü. Yani Arapçaya kötü gözle bakan, aşağı seviye gören, umursamayan, bozuk olduğunu iddia edenler, hakaret edenler bile var. Aslında bu kitabi bizim lehçemize tercüme etmiş olmamız bu tür düşüncelere belki de cevap niteliği taşıyor olabilir. Lehçemiz ile kültürel çıktılar arttıkça bu olumsuz düşüncelerin azalacağını umuyorum.
Bu konuda çok haklısınız. Özellikle Arapçayı küçük görme, Arapça konuşanı küçük görme veya lehçeli, şiveli konuşanı küçük görme yaklaşımı ne yazık ki bölgemizde birçok insanın Arapça öğrenmesinin önüne geçiyor.
Aksanlı konuşmanın aslında bir sorun olmaması gerekiyor. Az önce sorduğunuz soruda da açıklamıştım. Özellikle çocukların küçük yaşta alacağı eğitim çok önemli. Çünkü dil öyle bir şey ki çocukken öğrettiğinizde çok daha kalıcı ve çok daha doğru oluyor. Belli bir yaştan sonra bunu öğrenmek çok daha zor oluyor. Ayrıca bu olumsuz düşüncelerin önüne geçmenin yolu dilin önemini hatırlatmaktan geçiyor. Bu noktada aile büyüklerine, entelektüellere ve toplum önderlerine büyük görev düşüyor.
“Arapça bilmeyen kayıp bir nesil”
Hepimizin ailesi, annesi, babası Arapça biliyor ama çocuklarına belki öğretmekten imtina ediyorlar veya ettiler. Sonuçta doğru Arapça konuşmayan bir nesil yetişiyor. Hâlbuki bölgemizin Arapçası kendine özgü. Mesela bizim kullandığımız Arapça lehçesinde olan bazı kavramlar Lübnan, Suriye’de yok. Yani lügat açısından, dil bilimi açısından Arapça ama orada yok. Orada olan bazı kavramlar burada yok. Yani buranın kendine özgü olan dili aslında yok oluyor. Bu aynı zamanda bir kültürel mirasında yok olması demek oluyor.
Maalesef öyle. Arapça bilmeyen kayıp bir nesil. Arapça’nın şehirden şehire, bölgeden bölgeye, mahalleden mahalleye hatta bir sokaktan diğerine değişen bir yapısı var. Bu dışarıdan bakılınca biraz garip gözükse bile ben bunu zenginlik olarak görüyorum. Birçok dil bilimciden duyduğum ve okuduğum kadarıyla da bu bir zenginlik. Her coğrafyanın kendine özgü bir dil yapısı var. Antakya ve civarının da kendine özgü bir dil yapısı var. Buna sahip çıkılması gerektiğini ve aktarılması gerektiğini düşünüyorum. Bunun için daha fazla kaydedilmiş yazılı ve sesli materyale ihtiyaç var. Maalesef yakın gelecekte Arapça bu bölgede kaybolmaya yüz tutmuş. Ama en azından geleceğe bir umut ışığı taşıyabilmek hepimizin görevi diye düşünüyorum.
Bölgemizde yoğun bir Suriyeli nüfusu var. İyi kötü, doğru yanlış, bu tartışmayı bir tarafa bırakırsak bölgemizde Arapçanın belki daha uzun zaman kullanılma şansını yarattı diyebilirim. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Suriyelilerin bu bölgede yoğun olması Arapçanın ömrünü burada biraz daha uzatacaktır. Ancak şunu belirtmem gerekiyor: Antakya bölgesinde konuşulan Arapça kendine has bir lehçe. Şehrimize gelen Suriyelilerin konuştuğu lehçe ise ağırlıklı olarak Halep lehçesi diyebilirim. Birbirine çok yakın ama bazı farklılıklar var. Arapçayla ilgili olumsuz görüşe sahip olan bazı kişilerin şöyle bir düşüncesi olduğunu gördüm: “Suriyelilerle bile anlaşamıyoruz.” . İşte bakın bizim Arapçamız kötü, bizim Arapçamız eksik gibi yorumlar var. Gelen Suriyelilerin konuştuğu Arapça ağırlıklı olarak Halep lehçesi. Bizim lehçemiz farklı. Dolayısıyla farklılıklar olacaktır. Bu bizim lehçemizin eksik olduğunu göstermez.
Bizim konuştuğumuz lehçe daha çok kıyı şeridi lehçesi diyelim. Gerçi onların arasında da farklılıklar var. Resmi Arapça dediğimiz Fusha, Fasihadır. Klasik Arapça, Edebi Arapça, Kur'an Arapçası gibi adlandırmaları da var. Klasik Arapçaya, modern kelimelerin eklendiği işte örneğin bisiklet, uçak. Bunlar 200-300 yıl, 500 yıl önce yoktu. Modern kelimelerin eklendiği dile Modern Standart Arapça deniliyor. Resmi yazışmalarda-görüşmelerde, televizyon ve basın yayın organlarında kullanılan Arapça da bu.
Arapça’nın belli başlı lehçeleri ve alt kolları var. Örneğin Mağrib lehçesi, Irak, Suud lehçeleri, Körfez lehçesi, Suriye lehçesi gibi. Suriye lehçesinin de alt kolları var. Bunlardan bir tanesi Halep lehçesi, Dimeşk-Şam lehçesi, Lübnan, Ürdün, Filistin lehçeleri gibi. Haritada Doğu Akdeniz'i düşündüğünüz vakit Ürdün, Filistin, Lübnan biraz daha kuzeyi düşündüğümüz zaman bu bölgede konuşulan lehçe %95-98 oranında birbirine benzerdir. Kabaca Levanten lehçesi olarak da adlandırılır. Dolayısıyla Doğu Akdeniz'de konuşulan bu lehçenin bir parçası olarak biz de Arapça’nın bu lehçesini konuşuyoruz.
Türkiye içerisinde Arapça konuşulan çok bölge var. Mardin bölgesi, Urfa bölgesi, Antakya bölgesi gibi. Bir Mardinlinin Arapça konuşması ile bizim Arapça konuşmamız arasında ciddi farklılıklar var. Anlaşmakta zorlanabiliyoruz. Keza Urfalılar da öyle. Coğrafyayı düşününce çok geniş bir alanda bu farklılığın olması gayet normal. Aynı zamanda kültür ve yaşam tarzı da farklı. Mesela Mısır bambaşka bir dünya. Irak bambaşka bir dünya. Böyle bir gerçeklikte var.
Bu tür farklılıkları ben Arapçanın zenginliği olarak görüyorum. Lehçe farklılıkları. Her bölgenin farklı bir lehçesi var. Yüzyıllar içinde etkilendikleri diller kültürler farklı oluyor. Bunun dışında farklı bir durum da var. Belki konumuzla ilgili değil ama. Mesela Suriye'yi düşünelim veya Lübnan veya herhangi bir Arap ülkesi. Tabii orada sistematik bir eğitim olunca ne oluyor? Sistemli eğitim dile bir standart getiriyor. Yani eğitim ona bir standart getiriyor. Zamanla içerisindeki kendi lehçeleri de ya yok oluyor ya da çok silikleşiyor.
Bunu yine Türkiye'de Türkçenin bazı şive-ağızları içinde söyleyen uzmanlar var. Bazı yerel şivelerin zamanla kaybolacağını öngörüyorlar. Yani Türkçe için de, diğer ülkelerde Arapça için de bu geçerli gibi görünüyor.
O standardizasyon aslında oradaki zenginliği bir nebze de olsa yok ediyor.
Tabii. Bu, modern zamanın bir tartışma alanı.
Peki Küçük Prensin Arapça çevirisi kaç adet basıldı?
Şu an 500 adet basım gerçekleştirildi. Bunların çoğu ilgili derneklere, platformlara, sivil toplum kuruluşlarına dağıtıldı. Bireysel olarak yine okumak isteyenlere verildi.
Bizi takip eden okurlarımız edinmek isterlerse nasıl bir yol izlemeleri lazım? Edinebilirler mi?
Yeniden basımı düşünülüyor. Basıldığı takdirde yeniden bir dağıtım yapılabilir.
Çok güzel. Peki kitaba dijital ortamında ulaşılabilir mi?
Evet bunu bir sesli video olarak da hazırladık ve hem uygulama olarak hem de Youtube ve Spotify’da sesli hali yayına girdi. En azından kaydımızı dinleyebilirler. Hem dinleyip hem de ekrandan takip edebilirler. Okur-dinleyici o kelimenin nasıl telaffuz edildiğini de görebilecek. Kıyaslama karşılaştırma yapabilecek. Bir kelimenin burada kendi mahallesinde ve kendi köyünde farklı bir kullanımını da orada keşfedecek. Kaydı dinlemek için buraya tıklayabilirsiniz.
Tekrar emeğiniz için çok teşekkürler. Gerçekten güzel bir çalışma olmuş. Umarız ki Arapça okuma yazma bilmeyenler için Latin harfleriyle bu tür çalışmalar artar. Ayrıca bölgemizde anadilimizin kullanımını belki bir nebzede olsa artırmanın yolunu açar diye umut ediyoruz.
Comments