6 şubat yaklaştıkça kalbimdeki ağırlık kendini hissettirmeye başlıyor, Antakya kelimesini duyunca bile gözlerim doluyor çoğu zaman. Bir yıl geçse de evin yıkılsa da sürekli sokağına gidip enkazı kalkmış evlerin arasından kendi evini bulmaya çalışıp arazilere bakıp deprem öncesindeki anılarını düşünüyor çoğumuz. Anılarını düşünmenin verdiği o sıcaklık tüm bedenini sarıyor. Sokakta oyun oynayan çocuklar, sohbet eden komşuların geliyor gözüne bir bir.
Depremden sonra birçok insan gibi ben ve ailem de şehir şehir yer değiştirdik ama konteynerda ailemle süvari Antakya kahvemi yapıp televizyon izlediğimde altı ay aradan sonra ilk defa evimde gibi hissettim. Ve evimdeymiş gibi hissetmeyi ne kadar özlediğimi o an iliklerime kadar hissetim. Veya evime "eski ev" dediğim o ilk andaki şaşkınlığımla birlikte kabullenmişliğimi. Peki ev dediğin yer dört duvarlı, bahçeli, güvenli bir yer midir? Duvarı da bahçesi de olmasına gerek yokmuş aslında. Sevdiklerin yanındaysa eğer bir çadır da konteyner da evin oluyormuş aslında. Bazen eski günler geliyor aklına, yüzünde buruk bir tebessümle.
Bahçendeki kırmızılaşmaya başlamış yeşil domatesler yerini kuru otlara bırakır deprem sonrasında, seni görünce koşa koşa gelen yirmi kediden sadece birkaçı kalır. Sokağın başından evine gidene kadar selam verdiğin, sohbet ettiğin komşularının yokluğu canını sıkar. Yıkılan okulunun önünden geçerken arkadaşlarınla attığın kahkahalar yükselir yıkılan duvarların altında, tenefüste arkadaşlarınla bahçede hoşlandığın çocuğun arkasında gezdiğin anılar duvarların arasında el sallar sanki sana. Dershane çıkışı koşa koşa çıkıp soluğu eski Antakya sokaklarında aldığın günler selam verir, köprüde sağanak yağmur altında dolmuş beklediğin günler. Armutlu'dan Sümerler'e oradan da köprüye yürürken eski zamanlar canlanır gözünde aklına kulağında müzik çalarken.
Antakya'yı her anlatışında minik bir tebessüm belirdiğinde yüzünde anlarsın ne kadar sevdiğini ve özlediğini.
Biz bir geceyi çok korkunç bir şekilde yaşadık. Hiçbirimiz hazır değildi, bize seçme hakkı verilmedi. Günlerce su içmedik, yemek yemedik, sağanak yağmurun altında ıslandık, ayaklarımız korkudan ve soğuktan buz kesti, bazımız enkazdan çıktı. Günler sonra içtiğim suyun ferahlığını hala dün gibi hatırlıyorum.
Ev gider mahalle gider de koca bir şehir gider mi?
Bütün hayatını geçirdiğin evini, sokağını yıkılmayan tek tük evlerden anlarsın. O tüm tanıdık sokağı tanıyamaz olursun da kalbindeki sızıdan yutkunamazsın bile. Ama bir yandan da bir umut, yine olacak evimiz, tüm o sokak lambaları yanacak, kediler mangal başında bitecek, bahçende ektiğin rokaları toplayacak, balkonda çökeleklerin, yeşilliklerin, humusun, biberli ekmeklerin olduğu bir sofra kuracaksın, tüm aileni çağırıp bunun keyfini süreceksin; asma yaprakları evinin penceresini kaplayacak, üzümünü yediğinde yüzünü ekşittirecek kadar ekşi olacak, zeytin ağacın çok az meyve verse de sulamaya devam edeceksiniz yine. Evden sıkılıp dışarı soluklanmak için çıktığında hele de bir yaz gecesiyse balkonlardan çatal bıçak sesleri yükselecek, rakı kadehlerinin tokuşturma sesleri gelecek kulağına.
Köprüye gittiğinde acaba döner mi, kebap mı, tepside et mi yesem diye düşünecek, eski Antakya sokaklarını gezerken her yürüdüğünde olan o hayranlık duygusunu tekrardan yaşayacak, illa tanıdık birini göreceksin. Mangal yaktıktan sonra Antakya kahvesini mangalda pişirecek süvari bardaklara koyacaksın ardından künefeyi közde usul usul pişmeye bırakacaksın.
Kalbimiz ve ruhumuz ne kadar buruk olsa da tekrar yapacağız bunları, yine Antakya'yı karış karış gezip sevdiklerimizle vakit geçireceğiz. Ve en önemlisi de hep birlikte tekrardan inşa edeceğiz Antakya'yı.
Comentarios