Büyük aşklar yolculuklarla başlar ve serüvenciler düşer bu yollara ancak,
Onlar ki dünyanın son umudu soyları tükenen birer çılgındırlar
Ama yaşarlar dünyanın dört bir yanında
Ölümle alay ederler sanki
Nerde beklenirse ordaydılar bir kez bile gecikmediler ömür boyu
Neydi onları ordan oraya savurup duran şey
Onları daima yalnız kılan neydi bu yaşam denilen gürültüde
Her dilden bir adları vardı onların ama hiçbir ülkenin kimliğini taşımadılar
Sarışındılar belki de esmer yani birçok yüzün bileşkesi
Ne altın arayıcısıydılar ne de aylak bir gezgin
Vurulup düşseler de her kuşatmada serüvencidir onlar ve hiç ölmezler
Ki onlar hep yalnızdır ve her nasılsa Bulurlar heder olmanın bir yolunu
Onlar ki bu dünyada kahraman olmaya mahkumdurlar
Sislenen anılar kaldı bize onlardan renkleri bozulup duran solgun anılar
Nasıl yazmalı ki silinip gitmesin bulutlar gibi çekilmesin gök boşluğuna
Bileği güçlü ve gözü pek avcılar mıydı onları kuşatıp yeryüzü cennetinden atan
Yoksa kendini tüketen hüzünler miydi vurulup düştükçe ışığını karartan
O serüvenlerin günlüğü tutulmadı yazılmadı o insanların destan şiiri
Parça parça ettirilseler bir kartala (ki sanırım böyle oldu sonları)
Fışkırır yüreklerinden başarısız ihtilallerin yangınları
Ahmet Telli’nin bu Soluk Soluğa şiirindeki dizeleri sanki deprem yaşamış Hatay halkına yazılmış gibi görünüyor gözüme ta o günden beri. O gün dediğimi şimdi herkes anlıyor. Hatay’da yağmur yağınca diyor insanlar “o gün” diye, şimşek çakınca, hava biraz can sıkıcı hale gelince hemen hatırlatıyor bellekleri kendilerine tüm olanları çırılçıplak halde.
O günden sonraki günlerde sanki şehir adeta kalan sağların boşalmasına tanıklık etti. Enkaz altında kalmayan veya kalıp ailesini sağ salim çıkarmayı başaranlar Mersin, Antalya, İstanbul, İzmit ve daha nice illere göç dalgası başlattılar. Her dilden adları, çılgınlıkları, esmer-sarışın renkleriyle, şairin dediği gibi, vurulup düşmüşler ama sonuçta ölmemişlerdi, gittiler. Yol sanki kıyametten kaçış gibiydi, konuştuğum insanlar, giderken depremi yaşanmamış saymayı istediklerini, bunun kötü bir rüya gibi kalmasını istediklerini söylediler. Umdukları depremi yaşamamış olmaktı ama bu acı gerçeği inkar etmek bu kadar köklü kozmopolit bir yapıya sahip Hatay için mümkün müydü? Hatay’dan çıkınca öylece yeni bir hayata başlanabilir miydi? Hava değişikliği iyi mi gelecekti ?
Buradan ağır hasarlı bir ev, bir dükkan, yitik bir anne, baba, kardeş, yiğen, amca, dayı, yitik bir komşu, eş, dost, akraba, yitik bir kol, bacak, göz, kulakla giden kişiler şairin dediği gibi her koşulda heder olmanın yolunu rahatlıkla buldular. Gittikleri şehirlerde yaşadıkları kadim kültürden tatlar arıyor ama bu şehrin yapısı diğerleriyle benzeşmiyordu. Onlar her yeni gün kendilerine dönmek için yeni bahaneler topladılar. Sabah uyanıp süt sırasında bekleyemediler belki, kahvaltı sonrası kahve için çaldırmadı telefonlarını komşuları, bu akşam sehra (akşam oturması) yapmaya gidecek kimseyi göremediler belki, hangi fırına katıklı içini vereceklerini bilemediler, bakkala “sen çocuğa bırak ben sonra parasını veririm” diyemediler, komşuya anahtar bırakmadı biri, adak için hırise (etli dövme) pişiren olmadı, kimse 7 kapıya bulgur bırakmadı, buhur yakıp ölmüşleri anmadı, ğar (defne) sabunu kokusu gelmedi banyolardan belki, kayıpları konuşacak kimseyi bulamadılar ya da anlatmanın artık bayağı kalacağını nezaketsizlik olacağını düşündü naif kişilikleri. Mutlaka gittikleri yerlerde afetzede oldukları için özen gösterildi ve ağırlandılar ancak alışkın olunan bir tat vardı ve o hiçbir yerde gelmedi.
Sonuç, geri dönüşün en azından benim çevremde duyduğum herkes için tek çare olduğu anlaşıldı. Onlar evleri, iş yerleri belki de yakınlarını yitirmelerine rağmen döndüler. Belki Antakya olmadı ama Arsuz’da insaflı bir ev sahibi buldular. Belki Mustafa Kemal Mahallesi (İskenderun) olmadı artık evleri ama Çarşı’da amcaları bir evini onlara verdi. Belki Kırıkhan’a dönemediler ama Karaağaç’taki akrabaları “beraber yaşarız, gelin” dedi. Bu noktada dönenler, kalanlar ve “gitmeyeceğiz” diyenler için tüm Hataylılara yüklenen sorumluluğu dayanışma, insaf, vicdan kavramları etrafında örgütlemeli ve bunu her platformda konuşmalıyız. Dönenlerin evinin, kalanlarının işinin olmadığını, buna yönelik acil çalışmalar yapılması gerektiğini daha çok dillendirmeliyiz.
Commentaires